3. BÖLÜM SEVR'İN ÖZLEMİ: BÜYÜK KÜRDİSTAN (2/2)


Tarihteki ünlü komünist taktikler

Lenin ve Stalin, komünizm ideolojisinin en vahşi temsilcileridir ve komünizmin gereği olarak dine de keskin bir üslupla karşıdırlar. Lenin, komünizmi Sovyet Rusya'ya yerleşik kılmak amacıyla 200 bin rahip öldürmüş, milyonlarca Hristiyan'a zulmetmiş, binlerce kiliseyi yok etmiş, bazılarını ise ateist müzelere dönüştürmüştür. Lenin'in izinden gitmiş olan Stalin'in ise din konusuyla ilgili sözleri şöyledir:

Biz dine karşı propaganda yapıyoruz ve propaganda yapmaya devam edeceğiz. Parti dine karşı tarafsız kalamaz. Bütün dinlere karşı din aleyhtarı propaganda yapmaktadır. 20

Bütün dinlere karşı din aleyhtarı propaganda yapmanın gerekliliğinden bahseden aynı Stalin, şaşırtıcı bir şekilde, 2. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Rus Ortodoks Kilisesi ile bir akit imzalamış, on binlerce kilisenin yeniden açılmasına ve kilise liderliğindeki hiyerarşinin yeniden tesis edilmesine izin vermiştir. Bunun yanı sıra güneyde Müslüman şeriatına izin verilmiş, Doğu'da Budizm desteklenmiş ve antisemitizme güçlü bir biçimde karşı çıkılmıştır. Bu ilginç açılımın ise tek sebebi vardır: 2. Dünya Savaşı'nda komünizme karşı büyük bir tehdit olarak yükselen faşizmi ortadan kaldırabilmek ve Hitler'i mağlup edebilmek için başlatılan mücadeleye karşı destek alabilmek. Nazilere karşı koyabilmek için Stalin, özellikle kilisenin etkisini bu yolla uzun süre kullanmıştır.

Lenin ve Stalin, dünyanın eli en kanlı komünist liderleridir. Küçük resimlerde bu diktatörler tarafından katledilen halk görülüyor. Öcalan da, "bu yüzyılın Lenin'iyim" derken bu katliamların izinden gideceğini belirtmektedir.

"Biz dine karşı propaganda yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz" diyen Stalin, Batı'da güçlenen faşizme karşı taktik olarak bir dönem kiliseleri desteklemiştir. Oysa komünist uygulamaların başında ibadet yerlerinin tümüyle yakılıp yıkılması vardır.

Sol altta: Bolşevik militanlar Gorky kentindeki Georgievsky Kilisesi'ni yıkarlarken.

Lenin ise, çöküşe giden Rus ekonomisini canlandırabilmek ve kapitalist ülkelerin seviyelerine ulaşabilmek için, ekonomide kısa dönemli bir politika değişimine gitmiş ve kapitalizmin ilkelerini takip etmiştir. Yeni Ekonomi Politikası (New Economic Policy – NEP) adı verilen bu düzenlemeye göre küçük işletmelerin kapitalizmde olduğu gibi kâr mantığıyla devam etmesini içeren bir politikaya geçilmiştir. NEP politikası Bolşevikler arasında geçici bir düzenleme olarak görülmüş ve özellikle içinde barındırdığı kapitalist ekonomiye ait uygulamalar yüzünden parti içinde eleştirilmiştir. Komünist ekonomi anlayışının tamamen dışında bir politika olan NEP, bir mecburiyet olarak benimsenmiş ve yeterli ekonomik gelişme sağlandıktan sonra terk edilmiştir. Bugün, söz konusu taktiği Çin'in Hong Kong politikalarında da izlemek mümkündür.

Gorky kentindeki Giorgievsky Kilisesi'nin Bolşevikler tarafından yerle bir edilmiş hali. Altta sağda, Rusya'da ambar olarak kullanılan bir kilise.

Komünistlerin şekil değiştirme ve geri adım politikalarıyla ilgili bir başka örnek ise aile ve devlet konusundaki yaklaşımlarıdır. Bilindiği gibi komünizm, aile ve devlet kurumlarına şiddetle karşıdır ve bu iki kurumu, komün toplumlarına geri dönüş mücadelesinde oldukça büyük engeller olarak görür. Fakat buna rağmen komünistler genellikle bir taktik uygular ve aile kurumunu ortadan kaldırabilmek için öncelikle güçlü bir devletin var olması gerektiğini söylerler. Güçlü bir devlet için ise önce aile kurumunun güçlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle önce geri adım atarak aileyi güçlendirirler. Bu sayede komünist devlet güçlenir ve bir aşama sonra ise aile kurumu tamamen ortadan kaldırılır. Bir sonraki aşama ise devleti ortadan kaldırmaktır ki, ailenin ve dini değerlerin kalmadığı bir toplumda, artık bu komünistler açısından çok kolay aşılacak bir safhadır.21

 

Komünist taktiklerin en başlıcası gerçekte komünizmin tümüyle karşı olduğu aile propagandasıdır. Komünist posterlerde gülen yüzler eşliğinde yapılan bu propaganda sadece komünist devleti güçlendirmek ve sonrasında aile kurumunu tümüyle yıkmak içindir.

PKK'nın kullandığı komünist taktikler

Komünist taktikler çoğu komünist lider tarafından istikrarla uygulanmış ve komünizmin kökleşerek yerleşmesi için gerekli görülmüştür. Bir başka deyişle güçlü bir komünist devlet için gereken her yola başvurulmuştur. Gerçekte Stalin'in kiliselere asla destek vermeyeceği, Lenin'in asla kapitalist bir ekonomiye mahal vermeyeceği açıktır. Fakat ortam ve şartlar gerektirdiğinde bu maske daima ustalıkla kullanılmıştır.

Şu anda aynı yöntem PKK tarafından da uygulanmaktadır. PKK, komünist dünya devleti hedefinin birinci aşaması olan Komünist Kürdistan'ı oluşturabilme yolunun Batı ile yakınlaşmak olduğunun farkına varmıştır. Komünist kimliği ile ortaya çıkmasının, dünya süper gücü ABD tarafından tepki çekeceğini ve bu tepkinin kendilerini kaçınılmaz bir başarısızlığa götüreceğini gayet iyi bilmektedir.

Bu taktiksel değişim içinde zikredilen meşhur kelime "özerklik"tir. Gerçekte örgüt Manifestosu'nda şiddetle karşı çıkılan bu ifade bir anda gece gündüz kullanılır olmuş, Manifesto'daki Komünist Kürdistan'ın kurulması için Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılmasını şart koşan ifadeler örtbas edilmiştir. Çünkü burada geçen komünizm ifadesinin, Batı tarafından doğrudan destek görmeyeceği örgüt tarafından bilinmektedir. Özerklik, ABD ve Avrupa için oldukça göz boyayıcı bir kelimedir; ayrıca PKK'ya Batı'nın gözünde sahte bir "Kürt halkının kurtuluş mücadelesini veren örgüt" kimliği de kazandırmaktadır. Batı'nın bu talebi demokrasinin gereği olarak görmesi ve mutlaka destek vermesi beklenmektedir.

Öyle ki, özerklik kelimesine Türk toplumunu alıştırma çalışmaları başarısız olunca bu kelimeyi de yumuşatma politikasına başvurulmuştur. Son günlerde oldukça sık duyduğumuz demokratik özerklik, kanton, demokratik konfederalizm gibi öneriler, PKK'nın taktiksel yöntemlerinden bazıları olarak gündeme getirilmektedir.

Ayrıca örgüt, şiddetle devlet sistemine karşı olmasına, devleti yok etmek üzere örgütlenmesine rağmen ağız değiştirmiş ve aniden Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığının kendileri için garanti olduğundan bahseder olmuştur. Bu aslında kullanılan komünist taktiklerinin en bilinenleridir. Devleti yıkmak için önce güçlü bir devletin himayesinde olma planı hayata geçmiştir. Hedefteki ilk aşama olan özerklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığının elbette kendileri için garanti olmasını gerektirmektedir. Çünkü böylelikle, Türkiye devletinin kendilerine para, silah, altyapı sağlayacak bir ana kaynak olmasını hayal etmektedirler. Türk devletinin parasıyla ileride Türk devletine karşı kullanacakları bir ordu oluşturmayı planlamaktadırlar. Dolayısıyla şu aşamada devletin varlığının önemi PKK ve PKK destekçileri tarafından sürekli olarak dillendirilir. Fakat gerçekte amaç, güçlenip bir devlet haline geldikten sonra Türkiye Cumhuriyeti dahil olmak üzere civardaki tüm devletleri yok etmek ve komünist dünya devleti hedefine erişene kadar bu şekilde ilerlemektir. Dolayısıyla bu söylemler de bir taktikten öte değildir.

PKK'nın emperyalizm maskesini taktıktan sonra üstlendiği diğer taktikler ise, kadınları, aileyi ve dini kullanıyor olmalarıdır. Bu taktikleri farklı başlıklar altında inceleyelim:

 

1. Emperyalizm maskesi altında kadınlar

Geçmişte Öcalan tarafından "yozlaşma unsuru" olarak değerlendirilen kadınlar, bir anda emperyalist maskenin gerektirdiği biçimde propaganda malzemesi olarak kullanılır olmuşlardır. Oysa örgüt, sürekli ezilen kadınlar için gerçek anlamda bir tuzaktır.

PKK, Marksist Leninist ideolojisini açık açık sürdürdüğü 1990'lı yıllara kadar aileyi, dini, aşiretleri ve kadınları kendi ideolojisinin zararlı elemanları olarak görmüştür. Örgüte göre, sömürgeciliğin ajan kurumu olarak gördüğü din ve aile ortadan kesin olarak kalkmalıdır. İşte bu sebeple de örgütün en önemli mücadele alanlarından bir tanesi aileler, din görevlileri ve aşiretler olmuş, oldukça fazla sayıda din görevlisi öldürülmüş, aşiretlere savaş açılmıştır.22 Öcalan, kaleme aldığı ilk yazılarında Marksist-Leninist çizginin bir sonucu olarak kadını ciddi şekilde aşağılamış, hatta kadını, ailenin içerisinde "erkeği düşüren, yozlaştıran" bir unsur olarak tarif etmiştir. Hatta örgütün içinde zararlı birer eleman olacakları endişesi, erkeklerin savaşma kabiliyetini azaltacağı ve örgüt içi iklimi bozacağı iddiasıyla kadınların örgüt içinde yer almalarına hiçbir zaman sıcak bakmamıştır.23

Bu noktada Öcalan'ın kadınlar, özellikle Kürt kadınları hakkındaki gerçek fikirlerine göz atmak yerinde olacaktır:

Kürt kadınlarının çoğunun bedenleri ölü, kokuşmuş, soğuk ve çok kabadır. Fizikleri biraz böyledir, ruhları donuktur. Fikir düzeyi hiç yoktur... Bir papağan kadar bile sözcükleri tekrarlayamaz.24

Fakat daha önce de belirttiğimiz gibi 90'lı yıllar, örgüt içinde kopmaların meydana geldiği, örgütün güçsüzleştiği ve küçüldüğü ve oldukça ciddi kayıplar vermiş olduğu bir dönemdir. Taktik değişimini gerektiren bu önemli sebep, PKK'nın kadınlar konusunda da bir atılım yapmasını gerektirmiştir. O dönemde ani bir kararla örgüte kadın militan alınmaya başlanmıştır. 1996 yılında örgütün küçülmeye başladığı ve kitle desteğini kaybetmeye başladığı bir dönemde ise PKK, kadınları, intihar eylemlerinde ilk defa bir araç olarak kullanmıştır.25

Terör örgütüne kadınların alınmasındaki temel amaç, yok olma tehlikesi içine giren PKK'da, erkek teröristleri teşvik amacıyla kadınların birer savaşçı olarak kullanılmasıdır. PKK, o tarihten itibaren ön plana çıkardığı kadın savaşçılar ile bir nevi rekabetin yolunu açmış ve örgüt ile bağlarını yitirmek üzere olan erkekler bu yolla teşvik edilmişlerdir.

Nitekim, PKK'da kadınların intihar eylemlerinde kullanılma oranının, dünyadaki diğer terör örgütleriyle kıyaslandığında daha fazla olduğu görülmektedir. Gerçekleşen ve gerçekleşmek üzereyken yakalanan intihar eylemcilerinin %55'nin kadınlardan oluştuğu gözlemlenmiştir.26 Kadınlar, çeşitli aldatma yöntemleriyle bu Marksist örgütün birer maşası haline gelmişlerdir.

Terör örgütüne kadınların alınmasındaki temel amaç, yok olma tehlikesi içine giren PKK'da, erkek teröristleri teşvik amacıyla kadınların birer militan olarak kullanılmasıdır. Sırf erkekleri teşvik amacıyla intihar saldırılarında kadınlar kullanılmıştır.

Bu tarihten sonra PKK, kadınları çok çeşitli şekillerde emperyalizm maskesinin oldukça can alıcı bir parçası haline getirmiştir. Feodal görüşler ve hurafeci İslam anlayışının yanlış bir sonucu olarak özellikle kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğü Ortadoğu'da kendisini, kadın haklarından bahseden, kadınları ön plana çıkaran bir grup olarak göstermiştir. Batı için bu hassas bir noktadır; PKK ise bunu ustaca kullanmıştır. PKK, Batı'nın gözünde, kadına önem vermeyen bağnaz bir coğrafyanın içinde kadın özgürlüğünden bahseden yegane topluluk olarak göze çarpmıştır. Günümüzde, PKK hareketini tam anlamıyla tanımayan Batılı yazarların en fazla kandıkları maske, düştükleri oyun budur.

Gerçekte kadını "yozlaştırıcı bir etken" olarak gören, kadını savaşta bir tökez, önüne geçilmesi gereken "aile belası"nın da baş etmeni olarak niteleyen Öcalan, taktik değişiminin bir gereği olarak 1990'lardan sonra aniden kadınlara yönelik bir özgürlük teması geliştirmiştir. Kadını "kurtarılması gereken bir vatan gibi" göstermiş ve "özgürleşen kadın, özgürleşen Kürdistan'dır" sloganını geliştirmiştir. Çünkü bu sloganın hem örgüt içine alınacak kadın militanlar, hem de Batı nezdinde ne kadar göz boyayıcı olduğunu çok iyi bilmektedir. 

Öcalan, gerçekte "erkeği yozlaştıran bir unsur" olarak tarif ettiği kadınları, örgütte ihtiyaç başgösterince "özgürleşen kadın, özgürleşen Kürdistan'dır" sloganıyla kazanmaya çalışmıştır. Bu yönde güçlü bir propaganda yapılınca, feodal sistemden kurtulmaya çalışan pek çok kadın buna inanmış fakat çoğu örgütteki gerçeklerle yüzleştiklerinde pişman olmuşlardır.

Illinois Üniversitesi yayınlarında, PKK'daki bu değişim şu şekilde ifade edilmiştir:

Kadınlar PKK hareketinin aktif üyeleri haline gelmeden önce, yani 1990'lı yıllara kadar, tüm odaklanma erkekler üzerineydi ve kadınlar 'güvenilmemesi gereken zayıf insanlar' olarak değerlendiriliyordu. Ancak bu hareket içinde kadınların sayısı arttığında, Öcalan ve genel olarak PKK, Kürt erkeğinin geleneksel, 'feodal' iktidarını eleştirerek, kadının rolü üzerine vurgu yapmaya başladılar.27

Şunu belirtmek gerekir. Kadın özgürlüğü ve üstünlüğünün savunucusu olmak elbette şarttır ve İslam dininin temel unsurlarından biridir. Ortadoğu gerçek anlamda bu konuda geri kalmış bir coğrafyadır ve bunun en temel sebebi İslam coğrafyasının Kuran'dan uzaklaşıp hurafelere yönelmiş olmasıdır. Hurafeci mantık, sadece kadınlar konusunda değil, kalite, demokrasi, savaş/barış, sanat, bilim gibi her türlü konuda olağanüstü derecede bir yozlaşma ve felaket getirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, gerçek İslam dininin kadını yücelten, sanatı, bilimi ve demokrasiyi en mükemmel tarif eden anlayış olması; felaketi getirenlerin Kuran'daki gerçek İslam dininden uzaklaşıp hurafeci, sahte bir dine uyanlar olmasıdır. (Konuyla ilgili olarak bkz. Harun Yahya, "Bağnazların Kadın Nefreti", Karanlık Tehlike Bağnazlık)

Burada şunu belirtmekte de fayda vardır. Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde de özellikle o dönemlerde yaygın olan kız çocuklarını okula göndermeme, küçük yaşta evlendirme, onları değersiz ve önemsiz görme, hatta töre cinayeti gibi korkunç uygulamalara maruz bırakma sebebiyle kadınların hor görüldüğü bir sistemin toplum içinde yaygın olduğu doğrudur. Ve PKK'nın bu yaygın sistemi kendisi için koz olarak kullandığı, "silahlanırsan özgürleşirsin" fikrini aşıladığı görülmektedir. Kürt köylerindeki genç kızların pek çoğu, genel olarak aile veya aşiret içindeki baskılardan kaçmak için bu özgürlük görüntüsüne aldandıklarını açıkça belirtmişlerdir. Pişman olanların arasında ise geri dönebilenlerin sayısı azdır, çünkü genellikle örgüt tarafından tehdit hatta infaz edilmişlerdir.

Türkiye'nin özellikle güneydoğusunda kız çocuklarını okula göndermeme, çocuk yaşta evlendirme ve töre cinayeti gibi unsurların var olması, PKK tarafından daima bir koz olarak kullanılmış ve dağa çıkan kadınların "özgürleşeceği" propagandası yaygınlaştırılmıştır. Dağdaki pek çok genç kadın, şu anda ya nasıl bir batağa gireceklerini bilemeden sırf feodal sistemden kurtulmak amacıyla ya da kaçırılarak örgütün eline düşmüşlerdir. PKK, Güneydoğu'da çocuklarımızı kaçırmaya halen devam etmektedir.

Türkiye, hem İslam hem de demokrasi ülkesi olması sebebiyle, özellikle kadınlara verilen değer konusunda mutlaka öncü olmalı ve Ortadoğu'ya mükemmel bir örnek teşkil etmelidir. Bu konuda PKK gibi Batı'ya yaranma amacıyla maske takmış kanlı terör örgütlerine meydanı boş bırakmamalı, Kuran'da kadın ve demokrasi konusunda en mükemmel, en adil ve en doğru uygulamanın olduğunu tüm dünyaya anlatmalıdır. Bu, Türkiye'nin batısında da doğusunda da hakim bir uygulama olarak hayata geçirildiğinde hem Ortadoğu'nun bu beladan kurtulması için bir yol açılacak, hem de Türkiye, bunu uygulayan bir İslam ülkesi olarak Kuran'daki güzel ahlakı Ortadoğu'ya göstermiş olacaktır.

 

Kadın tam anlamıyla özgür olmalı, dilediği gibi giyinip dilediği şekilde bakımlı olmalıdır. Gerçek İslam'ı, yani hurafelerden arınmış şekilde Kuran ahlakını savunan, kadın özgürlüğünü de savunur. Türkiye bu konuda öncü olmalı, PKK gibi Batı'ya yaranmayı amaçlayan kalleş terör örgütüne meydanı boş bırakmamalıdır.

PKK'lı kadınlar neler söylüyor?

PKK'nın kadın konusundaki tarz ve ağız değişikliğinin üzerinde durmamızın temel sebebi, terör örgütünün bu yöndeki ikiyüzlülüğüdür. PKK, kadınlara yönelik söz konusu söylem ve uygulamaları sadece militan ihtiyacı ve Batı'ya yaranmanın en kolay yolu olduğu için tercih etmiştir. Gerçekte örgüt içindeki kadınların izahları, bu söylemlerin tam tersini işaret etmektedir.

Yazar Necati Alkan, PKK'lı pek çok kadın ile bu konu hakkında röportajlar yapmış ve önemli bir derleme meydana getirmiştir. Bunlardan birkaç örnek şöyledir:

PKK'lı kadınlardan Zelal kod isimli kişinin açıklamaları:

Öcalan'ı yaklaşımı ve uygulamalarından dolayı eleştirdim. Örgüt içi demokrasiyi eleştirdim, kişilerin geriliğini eleştirdim... Beni iki ay hapse attılar. Hapisten çıktıktan sonra 500 kişinin olduğu bir ortamda, eğitim ortamında, Öcalan 'bana laf söylemişsin' dedi. ‘Tanrıyla öyle gelişigüzel konuşulmaz, laf söylenmez. Sen tanrıya laf atarsan çarpılırsın.’ Kendini tanrı yerine koyuyordu yani. Örgütten ayrılmak istedim, fakat ölümle tehdit ettiler beni. Hayatımda o kadar korkmamıştım.28

PKK'nın dönüşüm sürecinde örgütte faaliyet yürüten Bese kod adlı kişinin açıklaması ise şöyledir:

PKK'ye ilk katıldığımda işte dağdaydım, silahım var, o halde ben özgürüm diye düşünüyordum. Ama ilerleyen zamanlarda gördüm ki özgürlük bu değildi. Çünkü kendime ait bir kimliğim yoktu, kişiliğim yoktu, düşüncelerimi istediğim gibi dile getiremiyordum, eleştiremiyordum. Örgütten ayrılmak istediğimde, ayrılamıyordum. (Derinlemesine Mülakat, 2008)29

Leyla kod adlı kişi ise şu açıklamaları yapmıştır:

PKK'da kadının özgürlüğü adına, sembolik ve göstermelik düzeyde yapılanlar dışında pek bir şey yapılmadı. Yapılanlarla da kadın özgürlüklerini biraz daha yitirdi. Çünkü kadın adına ideolojisini geliştiren, örgütlenmesini kuran, bütün kararları alan ve uygulayan bir erkek olan Öcalan'dı. Ben şahsen PKK'ya katılmadan önce de özgürdüm. PKK'da benim bugüne ve yarına dair bireysel görüşüm yoktu, olamazdı da. (Derinlemesine Mülakat, 2009)30

Komünistlerin "kadınları esaretten kurtarma" propagandasına hizmet için hazırlanmış bir afiş. (solda)

PKK, kadınları esaretten kurtarma propagandası yapmaktadır. Oysa komünizm, kadınları değersiz bir orta malı olarak gören, ideolojisi gereği kadını aşağılayan bir fikir sistemidir. Dolayısıyla komünist bir sistemin kadını yüceltmesi imkansızdır.

Necati Alkan, konuyla ilgili olarak yaptığı gözlem ve röportajları sonucunda, kitabında şu açıklamalara yer vermiştir:

PKK tarafından 1990'lı yıllardan sonra çeşitli görev ve roller yüklenerek kadınlar, örgütü ayakta tutan temel güç haline gelmişlerdir. Görüşme yapılan kadınların tamamı, bu gücün örgütten ayrılması halinde ‘örgütsel yapının çökeceğini' dile getirmişlerdir. Ronahi'nin, ‘kadınlar olmazsa, erkekleri örgütte tutamazsınız’, Beritan'ın ‘erkekler kadın için dağda duruyorlar’, Ejin'in ‘kadınlar olmasa bir tane erkek dağda olmazdı’, Revşen'in ‘kadın örgütten ayrılsın kimseyi tutamazsınız dağda’, Pelin'in ‘kadınlar ayrılırsa erkekler bir saniye bile dağda kalmazlar' sözleri bu bağlamda dikkate değerdir.31

Alkan'ın analizlerine göre PKK tarafından ilk yıllarda "özgürleştirilecek köleler" olarak görülen kadınlar, silahlı eylemlerde yer almaya başladıkları 1990'lı yıllarda "yoldaşlar", intihar saldırılarında kullanılmaya başlandıkları 1996 yılından sonra ise "tanrıçalar" olarak isimlendirilmişlerdir. Söylem olarak bu kadar yüceltilmelerine rağmen, örgüt içerisindeki uygulamalarında kadınların erkekler tarafından küçümsendikleri, eşit olarak görülmedikleri, kendilerine değer verilmedikleri anlaşılmaktadır. Örgütün söylemleriyle eylemleri arasındaki farklılıklardan rahatsızlık duyan, örgütün vaatleriyle uygulamaları arasındaki çelişkileri gören pek çok kadın bu dönemde örgütten ayrılmak istemiş, kimisi kaçmış, kimisi kaçmak üzereyken yakalanmış ve hain ilan edilerek cezalandırılmışlardır.32

Uzun yıllar PKK'nın içerisinde faaliyet yürüten Neval'in sözleri oldukça önemlidir:

PKK içinde kadın özgürlüğü adına yürütülen tüm çabalar, PKK sisteminin en temel dinamiği olarak geliştirilmiştir. Öcalan'ın aslında yaratmak istediği sistemin temel ayaklarından biri kadın çalışmasıdır. Dikkat edin, parti tarihi boyunca Öcalan, özellikle 1990 sonrasında sistemi ve kendi kimliğini önemli oranda kadın gücü üzerinden geliştirdi. Kadını terazisinin bir kefesi yaparken, bundan kadından çok kendisi yararlandı.  (…) Devrimcilik adına, özgürlük adına ülkesi için, birçok baskılara maruz kalarak dağlara çıkan binlerce Kürt kadını, Öcalan'ın sisteminin çıkarları için, ama 'özgürlük' adına organize edildi.

Öcalan'ın kadın lehine taraf olduğundan bahsedilir. Buna bir açıklık getirmek istiyorum. Öcalan'ın bazen Önderlik prestiji gereği bazı jestleri dışında, genel olarak kadın lehine bir savunuculuğundan bahsedilmez. Ama bunun arkasına saklanılarak kurulan beter bir sistem ve adaletsizlik vardı. Aslında Öcalan'ın kurduğu kendisinin dili olabilecek, kendi iktidarını kadın üzerinden pekiştirecek bir elit kadın grubu sistemiydi.33

Örgüt içinde eleştiride bulunan veya örgütten ayrılmak isteyen kadınların cezalandırılması ve infaz edilmesi ise "PKK'da kadın" mantığını özetleyen bir gerçektir. Bu konuda verilebilecek en önemli örnek, parti içi örgütlenme konularındaki eleştirilerini Öcalan'a gönderen Semir kod adlı kadın militanın Öcalan'ın emri ile infazıdır. Necati Alkan'a göre, Öcalan, Semir'in öldürülmesiyle, otoritesine karşı ilk doğrudan başkaldırıyı bertaraf etmiş ve daha sonra gelişebilecek muhalif hareketlere Semir'in şahsında gözdağı vermiştir. Semir tek örnek olmamıştır, söz konusu anlaşmazlıkta Semir'i savunan Saime Aşkın da öldürülmüştür. Günümüzde halen bu uygulama devam etmekte ve Öcalan'ın uygulamalarını eleştirenler "Semir kişiliği" olarak nitelendirilerek cezalara ve infazlara maruz kalmaktadırlar.34 PKK örgütünün korkunç infaz gerçeği, ilerleyen sayfalarda detaylı olarak anlatılacaktır.

Kadınlar konusunda tüm göz boyamaların aksine PKK'lı kadınların "sadece kullanılmak" üzere yer aldıklarını fark etmiş olmaları kuşkusuz sürpriz değildir. Kadınlar, komünist düzen içinde daima "değersiz varlıklar" olarak görülmüştür. Dahası komünizm, geçmişte yaşandığına inanılan fakat tümüyle bir aldatmaca olan sahte bir komünal sistemin özlemi içinde olduğundan, böyle bir sistem içinde "kadının değeri" diye bir mevzu söz konusu dahi değildir. Özlem duyulan komün sisteminde tüm mallar, eşyalar, gıdalar ve çocuklar konusunda olduğu gibi kadın da ortak bir mal olarak değerlendirilir. Komünist ideoloji özellikle günümüzde tepki çeken bir kavram olduğundan, kadınların ortak kullanımı ifadesini açıkça dile getirmezler. Fakat zaten aile kurumunun ortadan kalkması kaçınılmaz olarak bu sonucu beraberinde getirir ki, hedef de budur. Evliliğin, ailenin, nikahın anlamının olmadığı bir toplum anlayışı, zaten kadının da çocukların da malın da ortak olması sonucunu beraberinde getirir. Her şeyin ortak paylaşım alanında sömürülmesi gereken bir meta olarak görüldüğü bir ortamda kadının bir "değeri" olmayacağı da açıktır.

 

2. Emperyalizm maskesi altında din

(Allah'ı, Kuran'ı ve dini tenzih ederiz)

PKK'nın emperyalizm maskesinde yer alan unsurların belki de en önemlisi dindir. 90'lı yıllara kadar her türlü dini reddetmiş olan Leninist PKK, komünist kimliğini gizlemenin en belirgin metotlarından biri olarak dini kullanma yoluna gitmiştir. Batılı devletlere yaranmanın en kilit noktası, komünizmin şiddetle cephe aldığı din konusunda farklı bir taktik izleyebilmektir. Dindarlık maskesi, işte bu yüzden 90'lı yıllardan sonra PKK tarafından oldukça etkili bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.

Bu değişimin detaylarına geçmeden önce, din konusunda PKK'nın temel bakış açısını anlamak gerekmektedir.

Çok defa hatırlattığımız gibi PKK, komünist bir yapılanmadır. Komünizm ise, ateizm ideolojisiyle birlikte ortaya çıkmış, tüm komünist liderler asıl olarak ateist propaganda yapmışlardır. Zaten kurulacak muhtemel komünist devlet mutlaka din, ahlak ve aile kavramlarını terk etmiş olmalıdır. Nitekim "Lenin 1900'de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil ediyorum" diyen Öcalan da, 90'lı yılların öncesinde, yani emperyalist maskeyi takmadan önce din konusundaki düşüncelerini açıkça ifade etmiştir. Abdullah Öcalan'ın din ile ilgili sapkın ifadelerinin bazıları şu şekildedir (Allah'ı, Kuran'ı ve dini tenzih ederiz):

Marks'ın din ve aileyi yok sayan, şiddete dayanan komünizm fikrini Lenin vahşi uygulamalarla hayata geçirmiştir.

Lise dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaşı verdim, bu savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum.35

Tek tanrılı din ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, Allah, peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür.36

Allah bir nevi Ortaçağın feodal manifestosudur, temel yasası ve bildirgesidir.37

Namazın kendisi de genel anlamda bir tiyatrodur.38

Kur'an-ı Kerim'le ilgili "İdeolojik kimlik düzeyinde gerçekleştirilen, Sümer mitolojisinin üçüncü büyük versiyonu, dönüşüm geçirmiş biçimidir”.

Bizim din ile ilişkimiz yok. Halkımız Tanrı'dan, ideolojiden kopmalıdır.Ben çok uğraştım sonunda Tanrı'dan koptum. Tanrıyı aştım. Böylece Abdullah Öcalan olabildim. İslam kadınımıza bir şey vermemiştir. Bunun yerine sosyalist ahlakı koyacağız.

Tarih içindeki gelişimine baktığımızda, ALLAH tapımıyla birliğe ve güce ulaşılmak istendiği çok açık görülmektedir. Öyle sevgili kulun cennete gitmesi gibi kavramlar, işin fantezi kısmıdır, edebi kısmıdır.

Leninizm, başlangıçtan itibaren Öcalan'ın ve PKK'nın ideolojisi olmuştur. Lenin ise, uyguladığı Marksist ideoloji içinde dine bakışını şu şekilde ifade etmiştir:

Marksizm maddeciliktir… Bu hiç kuşku götürmez… Dinle savaşmalıyız. Bu, her türlü maddeciliğin ve doğal olarak Marksizm'in ABC'sidir. Ancak Marksizm, ABC'de donmuş kalmış maddecilik değildir. Marksizm daha ileri giderek şöyle der: Dinle nasıl savaşacağımızı bilmeliyiz, bunu yapabilmek için de inancın ve dinin kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açıklamalıyız. Dinle savaş, soyut ideolojik öğütlere indirgenmemelidir.39

Güneydoğu insanımız manevi değerlerini en üst seviyede yaşayan sevgi insanlarıdır. İslam'ın dışında bir yaşam şeklini benimsemeleri, Marksizm'in soğuk, sevgisiz ruhunu yaşamaları asla mümkün değildir.

Marks, dini kendince, "egemen sınıf ya da sömürgeci sınıf elinde, halkı uyuşturmak için kullanılan bir araç" olarak nitelendirmiştir. Öcalan'ın da izlediği ideoloji doğrultusunda dine bakışı aynı yönde olmuş ve dini, sömürgeci olarak kabul ettiği burjuva ve devletin elinde bir araç gibi görmüştür. Nitekim örgütün kuruluş manifestosunda "İslamiyet'in sömürgeciliğin bir ajan kurumu olduğu, Kürtlerin içine yerleşmiş ve onlara gizliden gizliye etki eden bir Truva Atı görünümünde olduğu" ifadeleri yer almaktadır. Truva Atı benzetmesi, "Kürdistan Devriminin Yolu-Manifesto" adlı kitabının 1994 yılı baskısının 32. sayfasında Öcalan'ın bizzat kendi dilinden şu şekilde ifade edilmiştir:

Kürtler, manevi alanda da yabancı işgale uğradı. İslamlık, Kürdün beyninde ve yüreğinde milli inkarı hazırlayan ve kaleyi içten fethetme rolü oynayan bir ‘Truva Atı' gibidir.40

Kürtlerin dinlerinden vazgeçmeyeceği, Marksist, Leninist bir anlayışı asla benimsemeyeceği gerçeği, PKK'yı taktik değiştirmeye zorlamıştır. Her türlü dini kesin dille reddeden PKK, emperyalizm maskesinin gereği olarak dine karşı üslubunu yumuşatmıştır. Fakat temelde PKK'nın dinleri yok etme hedefi devam etmektedir.

Leninist bakış açısının bir sonucu olarak PKK, proletaryanın hakimiyetinde bir sistem oluşturmayı esas almış, proletarya hakimiyetinin de öncelikle dinsizliğin yaygınlaştırılmasıyla mümkün olacağına inanmıştır. Nitekim Öcalan'ın bu konuda, "Kürdistan Devrimi, Ekim devrimi ile başlayan ve ulusal kurtuluş hareketiyle gittikçe güçlenen Dünya Proletarya Devriminin bir parçasıdır."41 ifadelerini dikkate almak gerekmektedir. PKK için proletaryanın hakim edilmesinin en büyük yolu kuşkusuz silahlı mücadeledir. Ama PKK içinde bu zihniyetin yerleşebilmesi için ilk şart daima dinden uzaklaştırıcı bir eğitim olarak görülmüştür. Öcalan'ın şu sözleri bunu açıklar niteliktedir:

Diyalektik tarihsel-materyalizm oluşmadan önce ne proletaryanın güçlü bir eylemi gerçekleştirilebilmiş ve ne de öncü örgütü yaratılabilmiştir. Bu anlamda da proletaryanın en büyük üstatlarının işe felsefeden başlamaları, dini eleştirerek proletaryanın sağlam bakış açısını ortaya çıkarmaları bir tesadüf değildir…42

Bütün bu açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi, Lenin de, onun izlerini takip eden Öcalan da, dinin güzelliğini ve sıcak ruhunu, Allah'ın insanlara öğütlediği güzel ahlakı kavrayamamışlar ve bu sebeple daima çözümün dine savaş açmak olduğunu düşünmüşlerdir. İşte bu sebeple PKK'nın temel yöntemi daima sahte bir felsefi eğitim vermek olmuştur. Bu felsefi eğitim, temelinde, diyalektik materyalizmi esas almakta ve bununla birlikte din karşıtı bir söylem içermektedir. Bu eğitim şekli PKK içinde halen devam etmektedir.

Oysa Güneydoğu için bu çaba boşadır. Güneydoğu halkımız İslam'ın sıcak, sevecen ruhunu tam olarak kavramış olan; İslam'ın barış, şefkat ve fedakarlık ruhunu mükemmel uygulayan maneviyatı güçlü bir halktır. Güneydoğu halkımızın İslam'ın dışında bir yaşam şeklini benimsemesi, Marksizm'in soğuk, ürkütücü, sevgisiz ruhunu bir hayat şekli olarak sahiplenmesi mümkün değildir. Nitekim PKK da, kan kaybetmeye başladığı 1990'lı yılların başlangıcında iki önemli gerçeği kabul etmek zorunda kalmıştır: 1) Kürtler dindardır, dolayısıyla din dışı bir ideolojiye mecburiyet veya baskı dışında tevessül etmez ve destek vermezler. 2) Radikalizmle boğuşan Ortadoğu'da Batı'nın desteğini kazanmanın yolu ılımlı İslam söylemlerinden geçmektedir.

Birinci madde ile ilgili olarak siyasetçi, gazeteci ve yazar Mehmet Metiner'in açıklamaları şöyledir:

İddiam odur ki, PKK o dönemde (kuruluş yılları) sosyalist-ateist bir ideolojik hatta yürümemiş, Kürtlerin dini inançları ve değerleriyle doğrudan hesaplaşan bir siyaset izlememiş olsaydı, hiç kuşkusuz çok daha geniş bir kitleyle buluşma imkanına sahip olurdu... Çünkü Kürtler tarihleri boyunca ne dinlerinden ne de milliyetlerinden vazgeçmişlerdir.43

Kürtlerin dinlerinden vazgeçmeyeceği gerçeği, destekçi bulamayan PKK'yı din maskesi takmaya zorlamıştır.

İkinci madde ise, gerçekten Batı'da PKK'nın beklediği etkiyi uyandırmıştır ya da Batı, kendi çıkarları için buna çok inanmak istemiştir. Batılı yorumcuların bazıları, Ortadoğu'nun radikalizm nedeniyle bir kan gölü haline gelmesini gerekçe göstermekte ve din konusunda ılımlı sözlerle ortaya çıkan PKK gibi bir müttefiki –komünist olduğu gerçeğini bilmeyerek veya tümüyle göz ardı ederek– kendi normlarına oldukça uygun bulmaktadırlar. Nitekim Fransız yazar Bernard-Henri Levy, PKK ile ilgili açıklamalarında bunu şu sözlerle açıkça izah etmiştir:

Söz konusu bölgelerde cinsiyet eşitliği, sekülerizme ve azınlıklara saygı ve İslam'ın modern, ılımlı ve ekümenik kavramını görmek mümkün; ki bunlar, bölgede oldukça nadir görülebilen özellikler.44

Dikkat edilirse sayılan üç unsur, yani kadın hakları, demokrasi ve ılımlı din anlayışı, Batı'nın daima Ortadoğu'da özlem duyduğu unsurlardır. İşte bu kilit ve göz boyayıcı unsurlar, PKK tarafından taktik değişiminin bir parçası olarak özenle seçilip kullanılmış; Batı ise, stratejik öneme sahip bir coğrafyada, bu özelliklere sahip iyi kullanılacak bir müttefikin var olduğu zannına kapılmıştır. Oysa PKK, Batı'yı sadece aldatmaktadır.

 

Kürt milliyetçiliği görünümüne uygun dindarlık kılıfı

PKK, 90'lı yılların sonrasında kılık değiştirerek, "etnik hareketler", "yerel unsurlar" ve "çoğunluğun altında ezilmiş kimlik bunalımı" kozlarını sürekli gündeme getirmiştir. Bunun nedeni bu başlıklarının AB ve ABD'nin insan hakları ajandasında yerini mutlaka buluyor olmasıdır. PKK, Kürt kartını işte bu yüzden oynamaktadır. Kürt kartını gereği gibi oynayabilmek için ise Kürtlerle özdeşleşen İslam'ı kendilerince kullanma safhasına geçmişlerdir. Oysa gerçekte PKK, Kürt milliyetçiliğiyle hiçbir ilgisi olmayan komünist bir harekettir. Nitekim örgütün geçmişten bugüne hedefinde daima Kürtler olmuş ve örgüt, asıl olarak Kürtlere katliam uygulamıştır. Kitap genelinde zaman zaman hatırlattığımız gibi PKK ile Kürtler arasındaki ayrımı çok iyi anlamak gerekmektedir.

Yazar Burhan Semiz, PKK'da halka ulaşmak adına yapılan bu kılıf değişikliğini şu sözlerle açıklamaktadır:

PKK'nın konjonktüre göre doğrudan veya dolaylı şekilde ötekileştirdiği ve düşman olarak gördüğü üstyapı kurumlarının başında Din- özelde İslamiyet- olgusu gelmektedir. Dini ve İslamiyet'i sömürgeciliğin ajan kurumu olarak nitelendiren PKK, toplumun bu değerine yönelik olarak kuruluş öncesi ve sonrası süreçte karşı duruş sergilemiştir...45 PKK, bölge halkı ile yaşadığı değer çatışmasını aşabilmek amacıyla 1990’lı yılların başlarından itibaren toplumsal değerleri göz önünde bulundurmanın önemini kavramaya başlamış, en başta İslamiyet –dini değerler– olmak üzere aile, kadın ve kültürel değerlere yönelik olarak söylem değişikliğine gitmiştir.46 PKK'nın örgütsel çerçevede istenilen düzeyde toplumsal tabana ulaşamaması ve Kürtlerin örgüte karşı gelerek -Hizbullah, İlim, Menzil gibi- farklı oluşumlara yönelim göstermesi, 1990'lı yıllarda Öcalan'ın İslamiyet ve din konusundaki klasik söylemlerini yeniden gözden geçirmesine ve bu alana önem verilmesine sebebiyet vermiştir.47

Öcalan, bu kılıf içinde radikal dindar hareketleri bile birer müttefik olarak görebileceğini açıkça ifade etmiştir.

Özellikle dinsel hareketlerle gerçekten düzen karşıtlarıyla dostluk uygundur. İran'a dayalı dinsel ideolojik hareketle bir dostluk yaklaşımı içinde bulunulabilir. Bunlar, radikal bir çizgide hareket edip, Batı yanlısı rejimleri devirmeyi amaçladığından, düşman olarak görülemezler. Özellikle kendi din politikamızı yaşama geçirirken, bunlarla bir yarış ve dayanışma içinde bulunmalıyız.48

Komünistlerin yıkmaya çalıştığı din, aile ve maneviyat, Güneydoğu halkı için vazgeçilemeyecek değerlerdir.

Bu söylem değişikliğini Öcalan, materyalist unsurlardan bir anda tümüyle sapmaksızın, bir alıştırma evresi dahilinde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu durumu "Din Sorununa Devrimci Yaklaşım" adı altında yeni bir stratejiyle hayata geçirmek istemiştir. Bu başlık altında dine bakışını farklı şekillerde ifade etme gayretine giren Öcalan, İslam hakkında daha ılımlı ifadeler kullanır olmuştur. Dini tümüyle devre dışı bırakan geçmişteki ifadelerinin yerine -diyalektik ve materyalist görüşlerini korumakla birlikte-, dinin kendince sosyal işlevini ön plana çıkarmaya çalışmıştır.

Bu taktik değişimi geçen yıllarda PKK'nın genel izahlarına daha yaygın şekilde dahil edilmiştir. Dini söylemleriyle tanınan çeşitli siyasetçiler ve aktörler devreye sokulmuş, PKK ile "ılımlı İslam" kavramı -Batı'yı etkileyecek şekilde- birlikte anılır olmuştur. Batı, bu aldatıcı görünüm neticesinde, Ortadoğu'da sayıları gitgide artan radikallere karşı etkili olacak bir topluluğa kavuştuğunu sanmıştır. Oysa gerçek bu şekilde değildir. PKK'nın İslamiyet'e yaklaşma görünümünün sadece bir taktik olduğunu, bir dönem örgüt üyesi olan Demirkıran şu ifadelerle açıklamaktadır:

Ben örgüte katıldığımın ertesi günü örgütün inancının olmadığını anladım. Çünkü burada Marksist-Leninist bir yapılanma söz konusuydu. İlk zamanlarda bu beni çok üzüyordu. Beni uzun süreler bunalıma sokmuştu. Lakin yine de inançsız olmamı sağlamaya çalışıyorlardı. Burada herkes inkar ederken benim inkar etmemem söz konusu olamazdı. Her ne kadar içimden inkar etmesem de bunu dışa yansıtmama imkan yoktu. Kesinlikle hepimiz inançsızdık.49

Önceden imamlık yapan ancak daha sonra çeşitli sebeplerle örgüte katılan 55-60 yaşlarındaki Hüseyin isimli örgüt üyesi ile ilgili açıklamalar da dikkate değerdir:

Hüseyin amca kampa ilk geldiğinde namaz da kılıyordu. Baktı hiç kimse namaz kılmıyor, üstelik herkes dine karşı, yavaş yavaş namaz kılmayı bıraktı. Bunun izahını kendisine yapıyordu. ‘Şimdi savaştayız, namazı sonra kılarız' diyordu. Bir imam, Marksist teori üzerine kurulu PKK'da dinden böyle uzaklaşıyordu. Bizim gibiler ise, çoktan Allah'ı unutmuşlardı. 50

Kürt kardeşlerimizi ve Batı'yı aldatmak adına din maskesi takan PKK, gerçekte halen, devletin ve ailenin yok edildiği dinsiz bir komün sistemini hayal etmektedir. Nitekim, ilerleyen bölümlerde kapsamlı olarak anlattığımız gibi, PKK'nın şehir yapılanması adı altında kurduğu KCK devlet sistemi, tam olarak bu komün sistemini tarif etmekte, bu ifade açıkça dile getirilmektedir. İşte bu nedenle, PKK'nın dini söylemlerinin Batı'yı, hatta ülkemizde bile bazı kesimleri bu kadar aldatabilmesi şaşırtıcıdır. Söz konusu kişiler, her türlü dini yok etmek isteyen bir topluluğu "ılımlı dindar" olarak tanıtmakta ve din ile yoğurulmuş Ortadoğu için adeta bir model gibi göstermeye çalışmaktadırlar.

 

Türk eğitim müfredatı bilinçsizce PKK'nın ideolojisine destek veriyor

Burada dikkat çekilmesi gereken ve devletimiz ve milletimiz açısından en sakıncalı olan gerçek, Türk eğitim müfredatının bilinçsizce PKK'nın ideolojisine destek veriyor oluşudur. Daha önce çok defa belirttiğimiz gibi PKK'nın temel ideolojisi olan komünizm, Darwinizm kaynaklıdır. Darwinizm yani evrim teorisi ise, sinsi bir diktatörlük tarafından tüm dünyaya zorla kabul ettirilmiş, ülkelerin eğitim müfredatlarına zorla dahil edilmiş, insanlık tarihinin en büyük aldatmacasıdır. Bu aldatmaca, özellikle 21. yüzyıl bilimi ile kesin olarak deşifre edilmiş, milyonlarca yıl hiçbir değişim göstermemiş canlıların 500 milyondan fazla fosil örneği toprak altından çıkarılmış ve bir proteinin tesadüfen oluşamayacağına dair moleküler ve biyolojik deliller ortaya konmuştur. Dolayısıyla evrim teorisi bilimsel anlamda geçersizdir. Buna rağmen Darwinist diktatörlüğün baskısı ve caydırma politikaları nedeniyle devlet sistemleri bu aldatmacaya sahip çıkmakta, hem okullarda hem üniversitelerde evrimi temel bir konu olarak zorunlu hale getirmekte, ana akım medya, kendi yayın organlarını buna uygun şekilde düzenlemektedir.

Türkiye de bu ülkelerden biridir. Türk halkının %99'u dindar olmasına rağmen Türk eğitim müfredatında evrim, tüm diğer ülkelerde olduğu gibi başrollerdedir. Çocuklarımız, daha küçük yaşlardan itibaren evrimi bir gerçekmiş gibi öğrenmekte, kainatın, güçlünün zayıfı ezmesi gereken bir mücadele alanı olduğuna inanmakta ve bilinçaltlarında her şeyin tesadüfen var olduğu bilgisini alarak Allah inancından uzaklaşmaktadırlar. Okullarda din derslerinde çocuklara geleneksel bir yaklaşımla bir din bilgisi öğretilmekte, fakat çocuk, aldığı diğer bütün derslerde Allah'ın var olmadığına dair sahte bir telkin almaktadır (Allah'ı tenzih ederiz). Dolayısıyla bir çocuk, edindiği bu sahte altyapının etkisiyle ileriki vadede komünizm ve faşizm gibi Darwinizm kaynaklı ideolojilerin kolayca etkisi altında kalmakta, etki altında kalmasa da bu sapkın ideolojilere karşı savaşacak bir ideolojik altyapı ve güce sahip olamamaktadır. İşte bu sebepledir ki PKK, yıllardır kendi çevresine Darwinist/komünist bir eğitim verirken, bununla mücadele etmesi gereken Türk gençleri de şaşılacak şekilde devlet okullarında benzer bir eğitim almaktadırlar. Bunun trajik bir sonucu olarak PKK ile hiçbir ilmi mücadele yapamamaktadırlar. Mücadele yalnızca askeri alanla sınırlı kalmakta, o da PKK'nın kalleşçe gerçekleştirdiği gerilla terörü nedeniyle kayıplar getirmektedir.

Oysa yıllardır defalarca açıkladığımız gibi, PKK ile başa çıkabilmenin tek yolu ilmi mücadeledir. Bu yapılmadığı sürece, PKK'yı tümüyle ortadan kaldırabilmek kesin olarak mümkün değildir. Yapılan müzakerelerin, ateşkeslerin de sonuç getirmeyeceği açıktır. Keza katil durmakta, sadece elindeki silahı geçici olarak alınmaktadır.

Sağ üstte: 50 milyon yıldır amber içinde en ince detaylarına kadar korunmuş bir yaban arısı. Sol üstte: Günümüzde yaşayan ve fosil içindeki 50 milyon yıllık örneğinden hiçbir farkı olmayan yaban arısı.

PKK'nın Darwinist altyapısını daha açık örneklerle görmek gerekirse, Öcalan'ın kendisi koyu bir evrimcidir ve PKK'nın ideolojik temeli de bunun üzerine kurulmuştur (Konuyla ilgili detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Komünist Kürdistan Tehlikesi, "PKK Darwinisttir" s.111). Nitekim Öcalan, kendince dinin tanımını yaparken, "insanlaşmanın başladığı dönem" olarak kabul ettiği hayali bir dönemi çıkış noktası olarak almıştır. Bu, Öcalan'ın zihnindeki, primatlardan insana dönüşüm sahtekarlığının bir tezahürüdür. Öcalan'ın kullandığı ifadeler şöyledir:

İnsan türünün ortaya çıkmaya başladığı koşullarda, tür olarak insanlaşmanın başladığı dönemde, ona bu niteliklerini veren yeteneklerini konuşturmaya başladığında, bir din değerine, bir din düşüncesine, bir dini bakış açısına ulaşmak zorundaydı. Bunu iki nedenle yapmak durumundaydı, bir yanda olağanüstü gördüğü doğa güçleri, öte yanda ise kendi yetenekleri söz konusuydu.51

Gençlerimiz, devletin okullarında evrimi zorunlu ders olarak okumakta ve edindikleri bu sahte altyapının etkisiyle ileriki vadede komünizm ve faşizm gibi Darwinizm kaynaklı ideolojilerin kolayca etkisi altında kalabilmektedirler.

Dikkat edilirse Öcalan, kendince bir insanlaşma dönemi tespit etmekte ve doğaüstü güçlerin ve korkuların etkisiyle insan tarafından bir din fikrinin geliştirildiğini iddia etmektedir. Bu garip izaha, diğer açıklamalarında da rastlamak mümkündür:

… İnsanı ele alalım ve dini anlamaya çalışırken doğa karşısındaki zayıflığı göz önüne getirelim. O, bu zayıflığını çıplaklığını ne ile giderecek? Şu konuda yanılmadığımıza inanıyorum: İnsanlar kendilerini hükmedenler durumuna getirmek için, zavallılıklarından kurtulmak için, doğaya sempatik gözükmek ve doğayı anlayışlı kılmak için ve elbette ki hepsinin de ötesinde kendilerini egemen kılmak için din ve tanrı düşüncesine başvuruyorlar. Aslında kişinin kendisinin ‘hakim' olmada gözü vardır. İşte bunun ön aşaması da, kendisine tanrılar yaratmaktır… Daha da somutlaştıracak olursak; din, insan türünün doğayla karşılaşmasında ilk girdiği düşünce ve ruhsal gelişme biçimidir.52

Aslında bu, o vakte kadar dini tümüyle reddeden Öcalan'ın yeni taktiğidir. Hala dinsiz kimliğiyle konuşmakta, hala PKK'nın dinsizlik stratejisini savunmakta fakat dinin "ilk insanın" bir ihtiyacı olduğunu iddia ederek dini kendince "kabul edilir bir kurum" olarak göstermeye çalışmaktadır. Böylelikle aslında, "... inancın ve dinin kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açıklamalıyız" diyen Lenin'in dinle savaşmak için gösterdiği yöntemi kullanmaktadır. Dini kendince sosyolojik olarak açıklayan fakat tümüyle reddetmeyen görünümü ile ortaya çıkmakta ve dindar Kürt halkı üzerinde etki uyandırmaya çalışmaktadır. Öcalan'ın konuyla ilgili diğer sözü şöyledir:

Din bütün zayıflıkları kapatmada, korkularını, endişelerini, acılarını gidermede insanoğlu için bir ilaçtır. Hem de gereklidir. İlk insan neden bilimsel gerçeklere ulaşmadı, neden yanılgılara, saplantılara kapıldı denilemez. Çünkü o günün koşullarında bundan farklı davranamazdı. O halde, ilk insanın gerçeğini daha iyi anlamak gereklidir. 53

Dünyada neredeyse tüm toplumlar içinde vahşet, kavga ve çatışma artık alıştığımız manzaralar haline geldi. Bunun temel sebebi, kavga ve çatışma felsefesinin altyapısının, yani Darwinizm safsatasının tüm dünya okullarında adeta bir gerçekmiş gibi okutulmasıdır.

Açıkça görülebildiği gibi Öcalan, doğanın ve tarihin bir diyalektik içinde geliştiğine dair sahte evrimci anlayışı dine de empoze etmeye çalışmakta ve dinin bir diyalektik içinde var olduğunu iddia etmektedir. Buna göre dini, korkulardan kaynaklanan bir gereksinim olarak açıklamakta ve zaman içinde evrim geçirdiği yanılgısını ortaya atmaktadır. Öcalan kendince, "ilkel komünal toplumda Tanrı ve doğa ekseninde bir din algısının hakim olduğu, bunun yanı sıra feodal topluma geçişle birlikte dinin evrim geçirmeye başladığı ve tek Tanrılı dinlerin sosyal zeminini hazırladığı"54  gibi ürkütücü bir mantığı savunmaktadır. Bu ifadelerin toplumun bir kesiminde etki uyandırması o kadar da şaşırtıcı değildir. Çünkü Türkiye okullarındaki müfredatta din, Sosyoloji dersinde tam olarak bu şekilde tanımlanmaktadır:

Genel olarak din, insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelmedir. 55

Yüce Rabbimiz'in bir hak ve yol gösterici olarak Kendi Katından gönderdiği dinin, kendi okullarımızda, insanların "doğa ve toplumsal olayların korkusundan kaçınmak için sığındıkları ve 'kendi ürettikleri' bir kavram" olarak açıklanması dehşet verici bir durumdur. Bu durum, sadece PKK'nın zihniyetine hizmet etmekle kalmamakta, içten içe dinsiz toplumların da yetişmesine zemin hazırlamaktadır. Allah korkusu olmayan ve bunun yerine doğada güçlünün zayıfı ezdiği bir mücadelenin şart olduğuna inanan toplumlar içinde ise sevgisizlik, şiddet ve nefretin kol gezeceği açıktır. Nitekim günümüzde, toplum içinde vahşi katliamların, kadın cinayetlerinin, kavga ve psikopatlıkların gitgide artıyor olması hiç de şaşırtıcı değildir. Okullarda öğrenciler evrim dayanaklı dersler nedeniyle doğrudan "Allah yoktur" telkini almakta (Allah'ı tenzih ederiz) ve şiddeti doğanın bir kanunu olarak algılamaktadırlar. Allah korkusu olmadığı müddetçe, şiddete eğilimli insanları ne kanunlar ne de caydırıcı önlemler durdurabilmektedir.

Yine Türk okullarının müfredatında yer alan Felsefe dersi okul kitaplarında geçen ifadeler şu şekildedir:

... insan, özgür ve güçlüdür. Onun Tanrı tarafından önceden belirlenen bir özü yoktur... Varoluşsal varlık, hiçbir şeyden gelmez. Çünkü kendisi dışında hiçbir şey yoktur. Eğer Tanrı var olsaydı var oluş ve özgürlük olmayacaktı. O hâlde...

... Tanrı, dünyadaki kötülükleri önlemek istiyor da gücü yetmiyorsa güçsüzdür. Tanrı'nın kötülükleri önlemeye gücü yetiyor da önlemek istemiyorsa kötü niyetlidir...56 (Allah'ı tenzih ederiz)

Bu dehşetli ifadeler doğrudan Allah'ın varlığını reddetmek üzerine bilinçaltı telkini amacıyla kullanılmaktadır. Bu açıklamaları okuyan bir çocuk, akademik bir eserden gelen bir bilginin doğru olduğuna inanacak ve doğrudan dinsiz yetişecektir. Oysa gerçekte, ezeli ve ebedi olan Allah'tır ve kainatta var oluş Allah'ın izniyle gerçekleşmiştir; tüm kainatın ve içindekilerin mutlaka başı ve sonu vardır. Evrenin, insanın ve tüm canlıların yaratılmış oldukları genetik, astronomi, fizik, kuantum fiziği, biyoloji, paleontoloji gibi bilimin sayısız dalı tarafından ispat edilmiştir. Allah'ın varlığı özgürlüğün, adaletin, mutluluğun ve huzurun güvencesidir. Gerçek kötülük ve mutsuzluk ise, evrimcilerin ve materyalistlerin iddia ettiği gibi tesadüfler sonucu oluşan ve sürekli çelişki içinde ilerleyen hayali dünyanın özelliğidir.

Ayrıca tarihin ve doğanın diyalektiği ile ilgili geçmişten bu yana süregelen açıklamalar, evrim sahtekarlığını dünyaya yaygınlaştırmak için uydurulmuş sahte felsefelerdir. Ne tarihte ne de doğada hiçbir şey ilkelden gelişmişe bir değişim göstermemiş, tarihte hiçbir zaman bir "taş devri" var olmamış, canlılar bir bakteriden türememişlerdir. Geçmiş toplumların bazıları, kimi zaman günümüzdekinden bile daha gelişmiş örnekler sunan olağanüstü medeniyetlerdir. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası ve Harun Yahya, Tarihi bir yalan: Kabataş Devri) Dolayısıyla Öcalan'ın ve diğer tüm Darwinistlerin dine empoze etmeye çalıştıkları diyalektik, sadece bir aldatmacadır. Fakat bu aldatmaca, ortaöğretim kitaplarında pervasızca okutulmaktadır.

Görüldüğü gibi teröristler dağda, öğrencilerimiz ise okullarda aldatılmaktadırlar. Bu aldatmaca sona ermeden, Türkiye sınırları içinde PKK'ya ve onun ideolojisine yönelik gerçek bir ilmi mücadelenin gerçekleşebilmesi zordur. Çok defa belirttiğimiz gibi PKK'nın asıl sorunu ve asıl hedef alınması gereken bela kaynağı ideolojisidir. İdeolojik mücadele için altyapının olmaması, gençlerin bu altyapıdan tümüyle yoksun halde, büyük bir aldatmacanın esiri olmuş şekilde yetişmeleri, Türkiye'yi büyük felaketlere sürükleyebilir.

 

OKUL DERS KİTAPLARINDAKİ EVRİM VE DİNSİZLİK PROPAGANDALARINDAN BAZI ÖRNEKLER

(2013-14 eğitim müfredatına göre)

ORTAÖĞRETİM 12. SINIF BİYOLOJİ KİTABI

"Bu öğretim yılında; "HAYATIN BAŞLANGICI VE EVRİM ÜNİTESİNDE yaşamın ilk ortaya çıkışı ve canlılardaki değişim hakkında bilgi kazanmanız...”

Fosillerden bize yeryüzünde canlıların nasıl ortaya çıktığı, yeryüzünde nerelere ve nasıl yayıldığı, yayılırken ne gibi değişimler geçirdiği konusunda ipuçları sunmaktadır. Fosillerin ve birçok bilim dalının araştırmalarından elde edilen bilgiler yardımıyla hayatın başlangıcı ve evrim anlaşılmaya çalışılmaktadır.

Canlıların başlangıçtaki durumlarından günümüzdeki çeşitliliğin ortaya çıkmasına kadar geçirdiği değişimlerin tümü evrim olarak tanımlanır. 

Paleontolojik çalışmalar sonucunda bu tabakalar arasında birbirinden farklı fosillerin bulunduğu ve tabakaların yaşı arttıkça burada bulunan fosillerin günümüzdeki canlılara daha az benzediği gözlemlenmiştir. Fosillerin araştırılması ile elde edilen sonuçlar günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış bazı türlerin zamanla değiştiğini veya yok olduğunu göstermiştir.

Bu nedenle bir türün geçirdiği evrimsel sürecin belirlenmesi, türler arası benzerliklerin gözlemlenmesine ve bu türe benzerlik gösteren fosillerin incelenmesine dayanır. 

Fosiller evrimin en güçlü kanıtlarıdır.

Fosiller eski çağlarda yaşamış canlılarla günümüzde var olan canlılar arasındaki benzerlik ve farklılıkları kıyaslamayı sağlar ve canlılarda ne gibi değişimlerin olduğunu gösterir. 

Canlıların Embriyolojik, Biyokimyasal, Anotomik, Genetik Yapılarındaki Benzerlik ve Farklılıkların Evrimsel İlişkisi 

Doğadaki Değişiklikler Evrimi Nasıl Etkiler? 

1. Evrimin açıklamasında embriyolojinin, genetiğin ve biyokimyanın katkıları nelerdir?

2. Fosiller evrimin anlaşılmasına nasıl katkıda bulunur?

4. Evrimin teorisine göre canlılardaki değişmelerin uzun zamanda ve yavaş yavaş gerçekleşmesi bu konuda araştırma yapan biyologlar için ne gibi sorunlar çıkarır?

5. İnsan nüfusunun artması sonucu doğada meydana gelen olumsuz etkiler nelerdir? Bunlar evrim sürecini ve yaşamı nasıl etkiler? 

 

ORTAÖĞRETİM 9. SINIF BİYOLOJİ KİTABI

İlkel ökaryot... Bir hücreden çok hücreye... Tek hücrelilerden çok hücrelilere geçiş olarak kabul edilen Volvox... 

Ancak yaşam denizlerde başlamış ve yakın zamanda (jeolojik devir olarak yaklaşık 500 milyon yıl önce) karalara geçmiştir. 

 

İLKÖĞRETİM FEN VE TEKNOLOJİ DERS KİTABI 6

Atın Evrimi... Atın atası beş parmaklı ve köpek büyüklüğünde bir canlı idi.  

 

ORTAÖĞRETİM 10. SINIF BİYOLOJİ KİTABI

Bu durum, su altının farklı koşullarında yaşamda kalmak için geliştirilen evrimsel bir uyumdur. 

Evrimsel adaptasyonu ise popülasyondaki genetik çeşitlilik sağlar. 

Bu soruya, amfibilerin, kuşların ve memelilerin evrimi göz önüne alınarak cevap bulunabilir.

Bu gruplar evrimsel süreçte birbirlerinden ayrılmaya başladıklarında... 

Onların evrimsel süreçleri boyunca sıtmaya hiç yakalanmamış olduklarından dolayı... 

 

İLKÖĞRETİM FEN VE TEKNOLOJİ DERS KİTABI 8

Adaptasyon ve evrim: ... Biyolojik çeşitliliğin ortaya çıkmasında canlıların evrimleşme sürecinin bir göstergesidir. Siz de adaptasyonların biyolojik çeşitliliğe ve evrime sağladığı katkılara örnekler veriniz. 

Canlıların çevresel değişimlere karşı sağladıkları adaptasyonların biyolojik çeşitliliğe ve evrime katkıda bulunabileceğine örnekler verdik. 

 

ORTAÖĞRETİM PSİKOLOJİ DERS KİTABI

Zooloji: Hayvanlardaki embriyonik gelişimi, beslenme, sağlık, davranış, kalıtım ve evrimi, diğer canlılarla etkileşim ve iletişim konularını inceler. 

 

GÜZEL SANATLAR VE SPOR LİSELERİ MÜZE EĞİTİMİ -12

İnsan evriminin bilinmeyen noktalarını ortaya çıkarması, özellikle de uzak atalarımıza ait fosil kalıntıları, öğütücüler, kişisel eşyalar, meşaleler, ayak izleri, hayvan kemikleri, testiler, çanaklar ve seramik kapları barındırmasıyla mağaralar, arkeoloji ve antropolojiye geniş bir araştırma imkânı sunar.

Sanat, insanlık tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. İnsanlığın geçirdiği evrim, insanların yaşama biçimlerini ve yaşama bakışlarını değiştirmiş... 

 

ORTAÖĞRETİM ASTRONOMİ VE UZAY BİLİMLER DERS KİTABI

Yıldızların Evrimi, Yıldızların Evrim Aşamaları 

Bu kısımda, bir yıldızın evrimini, önemli evrelerini dikkate alarak inceleyeceğiz. 


FELSEFE DERS KİTABI (Allah'ı tenzih ederiz)

... insan, özgür ve güçlüdür. Onun Tanrı tarafından önceden belirlenen bir özü yoktur... Varoluşsal varlık, hiçbir şeyden gelmez. Çünkü kendisi dışında hiçbir şey yoktur. Eğer Tanrı var olsaydı var oluş ve özgürlük olmayacaktı. O halde... 

... Tanrı, dünyadaki kötülükleri önlemek istiyor da gücü yetmiyorsa güçsüzdür. Tanrı'nın kötülükleri önlemeye gücü yetiyor da önlemek istemiyorsa kötü niyetlidir... 

 

SOSYOLOJİ DERS KİTABI (Allah'ı tenzih ederiz)

Genel olarak din, insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelmedir. (s. 96)

 

3. Emperyalizm maskesi altında demokrasi ve devlet

15 Ağustos 1984'de Eruh ve Şemdinli'ye yaptığı saldırılardan sonra "Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan" hedefini ilan eden PKK, Maoist bir halk savaşı ile Türk ordusunu Güneydoğu'dan çıkarmak amacını resmi olarak ilan etmiştir. 1990'ların ilk dönemlerine kadar bu hedef izlenmeye devam etmiş ve Öcalan 50 bin kişilik bir orduya ulaşacaklarını açıklamıştır.57

PKK örgüt manifestosunda en büyük hedeflerden biri sınıfsız bir toplum yaratmak olarak geçmekte ve komünist bir Kürdistan oluşturmak için savaş çağrısı yapılmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, PKK programının 'Kürdistan Devriminin Görevleri' başlıklı bölümünde, sömürgeci devlet olarak nitelendirilen Türkiye Cumhuriyeti'nin sunacağı her türlü çözüm arayışlarını (bölgesel özerklik gibi) reddetmeyi ifade eden bir madde yer almaktadır. Bu reddedişteki amaç, sömürge devleti olarak kabul edilmiş olan Türkiye'nin mutlaka parçalanması gerektiği düşüncesidir.58

Öcalan'ın temel hedefi, 50 bin kişilik bir ordu kurup, Maoist bir halk savaşı ile Güneydoğu bölgemizi ele geçirmektir. Emperyalist maske aldatıcıdır, bu hedefte bir değişiklik yoktur.

Dolayısıyla PKK, kuruluş amacı gereği de hiçbir zaman demokratik bir çözüm arayışı içinde olmamıştır.

Komünist ideoloji demokratik bir zemin altında uzlaşı metodu ile toprak veya hak elde etmeyi değil, bütün bunları doğrudan silahlı mücadele yoluyla elde etmeyi esas alır. Devlet yapısının reddedildiği ve devlete ait olan her şeyin düşman olarak görüldüğü böyle bir anlayışta, anarşi tek ve meşru yöntem olarak görülmekte ve düzenin değiştirilmesi adına, masum insanların dahi katledilmeleri gayet doğal karşılanmaktadır. Dolayısıyla komünist terör örgütleri için demokrasi kesin olarak kabul edilemez bir kavramdır.

Manifestolarında Maoist bir savaş ile Türk devletini tümüyle yıkmak istediğini açıkça belirten ve yaklaşık 40 yıl boyunca terör dışında hiçbir yöntem bilmeyen ve komünizmin gereği olarak demokrasi ve devlet kavramlarına tümüyle savaş açmış olan PKK, emperyalist maskenin bir "zorunluluğu" olarak zaman içinde farklı bir söylem geliştirmeye başlamıştır. 50 bin kişilik orduyla Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkma fikri, zaman içinde çeşitli manevralarla değişim geçirerek Türkiye Cumhuriyeti'nin mutlak varlığı söylemine kadar gelmiştir.

Bunun başlıca nedenleri:

* Kahpe bir gerilla mücadelesi yöntemi izlemesine rağmen PKK'nın, Türk ordusu karşısında sürekli ağır darbeler alması, buna karşın taraftar toplamada güçlükler çekmesidir.

* Öcalan'ın, yakalanmasının hemen akabinde "Devletimin emrindeyim" sözleri bu mecburi değişimin aslında net ifadesidir. Burada Öcalan, devleti muhatap alıp devlet ile müzakere yoluna gidileceğine dair ilk açıklamalarını yapmış, mahkemeleri sırasında da bunu yinelemiştir. Elbette Öcalan'ın yakalanması ve sonrasında gelişen olayların, hedefteki Büyük Kürdistan adına, kapsamlı bir Batı derin devlet planı olduğu da aşikardır. Dolayısıyla zaten belirlenmiş bu plan dahilinde, Öcalan, Batı'nın belirlediği şekilde söylem geliştirmiş ve Türk devletini kerhen kabul eder hale gelmiştir.

* Silahlı mücadelenin sonuç vermeyeceği noktada izlenmeye başlayan bu emperyalist politika, zaman içinde Güneydoğu'yu içten içe ele geçirme çabasına dönüşmüştür. İlk olarak Türkiye hükümetini müzakereye zorlama düşüncesi ile yola çıkılmış, bunu sağlamak için de tepki toplayacak Marksist söylemler yerine demokrasi söylemine ağırlık verilmeye başlanmıştır.

* Geçmişte demokrasi kelimesine aşırı tepki gösteren BDP/HDP yöneticileri, birdenbire demokrasinin en büyük savunucuları haline gelmiştir. Nitekim Sırrı Süreyya Önder'in, katıldığı bir programda "PKK çok demokratik bir yapı, bu sözlerim birçok izleyiciyi yerinden hoplatacak ama bu böyle"59  ifadelerini kullanması dikkat çekicidir. 40 yıl boyunca kahpece gerilla mücadelesi verip, tüm demokrasi ilkelerini ezerek çocuk, kadın demeden katliam yapmış bir terör örgütünün demokratik olduğunun bu kadar umarsızca ifade edilmesi, nasıl bir oyun oynandığını açıkça gözler önüne sermektedir.

* PKK, demokrasi söyleminin özellikle ABD ve AB'den oldukça güçlü bir destek alacağını kuşkusuz bilmektedir. Nitekim böyle de olmaktadır. Türkiye'deki PKK terörünü, "kimlik bunalımındaki bir Kürt hareketi" olarak tanımlayan bazı naif Batılılar, demokrasi söylemlerinin etkisine anında girmekte ve bunun büyüsüyle Türkiye'deki kanlı terör gerçeğini bir anda tümüyle unutmaktadırlar. PKK, Batı'nın demokrasi hassasiyetini kendince ustalıkla kullanmaktadır.

Bu sebepler ışığında demokrasi kelimesini sıklıkla dillendirmeye başlayan örgüt, ismini de Kasım 2003 tarihinden itibaren Kongra Gel olarak değiştirecek ve sonraki hedefini de, "Kürt sorununun çözümü temelinde ayrı bir devlet kurmayı hedeflemeden, doğrudan demokrasinin egemen olduğu demokratik ekolojik toplum inşa etmek" olarak belirleyecektir.60 Bunun bir tezahürü olarak da hedef, zaman içinde bağımsız özerk Kürdistan'dan kantona, kantondan demokratik özerklik söylemine kadar gitmiş, şimdi ise Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğü içinde bir Kürdistan konuşulur olmuştur.

Oysa ki buradaki hedef hiçbir zaman demokrasi veya demokratik bir ülke içinde demokratik bir özerklik olmamıştır. Hedef, demokrasi kavramını kullanarak kaleyi içten fethetmektir. Koparıp alamadıkları Güneydoğu'yu yerel yönetimler vesilesiyle hakimiyet altına alacak, bu arada bağlı oldukları Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü savunacak, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin gelirinden, Avrupa nezdindeki haklarından, ordusundan, eğitiminden, kaynaklarından olabildiğince faydalanacak ve bu kaynaklar yoluyla güçlenip tek başına hareket eder hale geleceklerdir. Bunu sağlamak için, ilk başlarda hazır ve güçlü bir devletin himayesinde olmak elbette işlerine gelmektedir. Adeta Türk ordusunu kullanarak kendilerine alan hakimiyeti kurmayı hedeflemektedirler. Bütün bunları yaparken geçici bir süre için bir kenarda Türk bayrağının dalgalanmasına da itiraz etmeyeceklerdir.

Bunu sadece Kürdistan söylemleri üzerinden yapmak da göze oldukça batacağı için farklı bir taktik geliştirmiş, Türkiye'yi 25-26 özerk bölgeye bölmeyi planlamışlardır. PKK'nın, Öcalan'ın ve HDP gibi partilerin bir süredir dillerinden düşürmedikleri plan budur. Buna göre her bölge kendi içinde özerk hale gelecek ve böylelikle bağımsız bir Kürdistan'ın oluşması da o kadar göze batmayacaktır.

Bu vatan hepimizin, vatanın bölünmesine asla iznimiz yoktur. Kardeşçe yaşamak bize yakışır. Üstte: Batman'dan muhteşem bir manzara.

Bütün bu planı Diyarbakır Belediye Eski Başkanı Osman Baydemir'in 2010 Temmuz'undaki konuşmasında açıkça görmek mümkündür:

Demokratik müreffeh bir Türkiye nasıl olacak? Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak... Demokratik Özerklik projesinde TBMM var, olmaya da kesinlikle devam edecek. Buna hiçbir itiraz yok. Türk Bayrağı Türkiye'de dalgalanmaya devam edecek, buna da hiçbir itirazımız yok. Ama bununla birlikte, her bölgede bölgesel parlamento olacaktır. Bu bölgesel parlamentolardan bir tanesi de Kürdistan Bölgesel Parlamentosu olacak. Türk Bayrağı'nın yanında, Türkiye bayrağının yanında, benim dedelerimin, hepimizin dedelerinin de katkısı ile, ödemiş olduğu bedelle elde edilen ve şu an asılan bayrağın yanında elbette ki Kürt halkının da yerel renkleri, bayrağı da gökyüzünde olacaktır. Belediye binamızın önünde ay yıldızlı Türk Bayrağımızla sarı, kırmızı, yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur?61 (Milliyet, 01.08.2010)

Ay-yıldızlı bayrağımızı bu yurdun herhangi bir yerinde indirmeye kalkan hain güçler, bu milletin direnci ile mutlaka karşılaşırlar. Ülkemizin kaderinde bölünmek yoktur. Üstte: Diyarbakır'dan bir manzara

Yapılan bu açıklamalardaki ikna yöntemine dikkat çekmek gerekmektedir. Baydemir, bu ifadelerle alttan alta TBMM'nin varlığına ve Türk Bayrağı'nın dalgalanmasına kendince "izin vermiş" ve aslında temel niyetini açıkça ortaya koymuştur. Bu, son dönemlerde neredeyse bütün HDP yöneticilerinin kullandığı bir üslup halini almış, bu vatanın bölünmezliğinin ifadesi olan Ay-yıldızlı bayrağımız için "sorun değil, bir kenarda dalgalansa da olur" gibi pervasız bir üslup geliştirilmiştir.

Burada şunu belirtmek gerekir; Osman Baydemir dahil olmak üzere, BDP-HDP temsilcilerinin bir kısmı bu üslubu art niyetli olmaksızın veya baskı altında kullanıyor olabilirler. Fakat konuya PKK'nın hedefleri üzerinden bakıldığında, demokratik özerklik, kanton, otonomi gibi söylemlerle alttan alta Güneydoğu'da bir Kürt devleti planlarının yapıldığı açıktır. Bu planın, Türk devletinin parası, imkanları ve askeri ile gerçekleştirilmesi gibi bir hedefi olduğu da görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz son birkaç yılda PKK'nın doğrudan Türk devleti ile bir "müzakere" içine girmiş olması, gerilla mücadelesi ile elde edilemeyenin, böylesine sinsi bir yolla elde edilmesi amaçlıdır ve epeyce bir yol alınmış gibi görünmektedir. Bu konuya ilerleyen satırlarda detaylı olarak değinilecektir.



Dipnotlar

20. Gaffar Tetik, Bütün Yönleriyle Komünizme Karşı İslam, s. 254

21. Komünistler Nasıl Yalan Söyler, Dr. Fred C. Schwarz, s. 215-216

22. Necati Alkan, PKK'da semboller, aktörler ve kadınlar, 2012, Karakutu Yayınları, s. 21-22

23. A.g.e. s. 77-78

24. Abdullah Öcalan, Nasıl Yaşamalı, s. 91

25. Necati Alkan, PKK'da semboller, aktörler ve kadınlar, 2012, Karakutu Yayınları, s. 71-72

26. A.g.e. s. 71-72

27. Global Masculinities and Manhood, What makes a man within his own culture, University of Illinois Press, 2013, s. 95

28. A.g.e. s. 104

29. A.g.e. s. 256

30. A.g.e. s. 256

31. A.g.e. s. 258

32. A.g.e. s. 91

33. A.g.e. s. 100-101

34. A.g.e. s. 103

35. Özgür Yaşamla Diyaloglar, Ekim 2002, s. 257

36. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 204

37. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 313

38. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 354

39. A.g.e. s. 105-106

40. http://www.haber365.com/Haber/Ocalan_Islam_Kurtler_Icin_Truva_Ati/

41. A.g.e. s. 115

42. A.g.e. s. 111

43. A.g.e. s. 125-126

44. http://www.washingtonpost.com/blogs /worldviews/wp/2014/10/27/turkey-still-thinks-this-guy-holding-a-baby-bear-is-a-terrorist-is-he

45. Burhan Semiz, PKK ve KCK'nın Din Stratejisi, s. 101

46. A.g.e. s. 95-96

47. A.g.e. s. 125-126

48. A.g.e. s. 132

49. A.g.e. s. 188-189

50. A.g.e. s. 189-190

51. A.g.e. s. 135

52. A.g.e. s. 112

53. A.g.e. s. 135

54. Burhan Semiz, PKK ve KCK'nın Din Stratejisi, Karakutu yayınları, 2013, s. 135

55. MEB, Sosyoloji ders kitabı, s. 96

56. MEB, Felsefe ders kitabı, s. 171

57. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 15

58. Elif Çalışkan Polat, PKK Terör Örgütüne Dış Destek, Çatı Kitapları, 2013, s. 34

59. http://www.milliyet.com.tr/onder-pkk-cok-demokratik-biryapi/siyaset/detay/ 2022602/default.htm

60. Elif Çalışkan Polat, PKK Terör Örgütüne Dış Destek, Çatı Kitapları, 2013, s. 35

61. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 178

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

2. BÖLÜM ASIRLIK HEDEF: ORTADOĞU'YU BÖLME İHTİRASI

7. BÖLÜM KÜRT KARDEŞLERİMİZİN SORUNLARINI ANLAMAK

OKUYUCUYA