3. BÖLÜM SEVR'İN ÖZLEMİ: BÜYÜK KÜRDİSTAN (2/2)
Tarihteki ünlü komünist taktikler
Lenin ve Stalin,
komünizm ideolojisinin en vahşi temsilcileridir ve komünizmin gereği olarak
dine de keskin bir üslupla karşıdırlar. Lenin, komünizmi Sovyet Rusya'ya
yerleşik kılmak amacıyla 200 bin rahip öldürmüş, milyonlarca Hristiyan'a
zulmetmiş, binlerce kiliseyi yok etmiş, bazılarını ise ateist müzelere
dönüştürmüştür. Lenin'in izinden gitmiş olan Stalin'in ise din konusuyla ilgili
sözleri şöyledir:
Biz dine karşı
propaganda yapıyoruz ve propaganda yapmaya devam edeceğiz. Parti dine karşı
tarafsız kalamaz. Bütün dinlere karşı din aleyhtarı propaganda yapmaktadır. 20
Bütün dinlere karşı
din aleyhtarı propaganda yapmanın gerekliliğinden bahseden aynı Stalin,
şaşırtıcı bir şekilde, 2. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında Rus Ortodoks Kilisesi
ile bir akit imzalamış, on binlerce kilisenin yeniden açılmasına ve kilise
liderliğindeki hiyerarşinin yeniden tesis edilmesine izin vermiştir. Bunun yanı
sıra güneyde Müslüman şeriatına izin verilmiş, Doğu'da Budizm desteklenmiş ve
antisemitizme güçlü bir biçimde karşı çıkılmıştır. Bu ilginç açılımın ise tek
sebebi vardır: 2. Dünya Savaşı'nda komünizme karşı büyük bir tehdit olarak
yükselen faşizmi ortadan kaldırabilmek ve Hitler'i mağlup edebilmek için
başlatılan mücadeleye karşı destek alabilmek. Nazilere karşı koyabilmek için
Stalin, özellikle kilisenin etkisini bu yolla uzun süre kullanmıştır.
Lenin ve Stalin, dünyanın eli en kanlı komünist liderleridir. Küçük resimlerde bu diktatörler tarafından katledilen halk görülüyor. Öcalan da, "bu yüzyılın Lenin'iyim" derken bu katliamların izinden gideceğini belirtmektedir. "Biz dine karşı propaganda yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz" diyen Stalin, Batı'da güçlenen faşizme karşı taktik olarak bir dönem kiliseleri desteklemiştir. Oysa komünist uygulamaların başında ibadet yerlerinin tümüyle yakılıp yıkılması vardır. Sol altta: Bolşevik militanlar Gorky kentindeki Georgievsky Kilisesi'ni yıkarlarken. |
Lenin ise, çöküşe
giden Rus ekonomisini canlandırabilmek ve kapitalist ülkelerin seviyelerine
ulaşabilmek için, ekonomide kısa dönemli bir politika değişimine gitmiş ve
kapitalizmin ilkelerini takip etmiştir. Yeni Ekonomi Politikası (New Economic
Policy – NEP) adı verilen bu düzenlemeye göre küçük işletmelerin kapitalizmde
olduğu gibi kâr mantığıyla devam etmesini içeren bir politikaya geçilmiştir.
NEP politikası Bolşevikler arasında geçici bir düzenleme olarak görülmüş ve
özellikle içinde barındırdığı kapitalist ekonomiye ait uygulamalar yüzünden
parti içinde eleştirilmiştir. Komünist ekonomi anlayışının tamamen dışında bir
politika olan NEP, bir mecburiyet olarak benimsenmiş ve yeterli ekonomik
gelişme sağlandıktan sonra terk edilmiştir. Bugün, söz konusu taktiği Çin'in
Hong Kong politikalarında da izlemek mümkündür.
Gorky kentindeki Giorgievsky Kilisesi'nin Bolşevikler tarafından yerle bir edilmiş hali. Altta sağda, Rusya'da ambar olarak kullanılan bir kilise. |
Komünistlerin şekil
değiştirme ve geri adım politikalarıyla ilgili bir başka örnek ise aile ve
devlet konusundaki yaklaşımlarıdır. Bilindiği gibi komünizm, aile ve devlet
kurumlarına şiddetle karşıdır ve bu iki kurumu, komün toplumlarına geri dönüş
mücadelesinde oldukça büyük engeller olarak görür. Fakat buna rağmen
komünistler genellikle bir taktik uygular ve aile kurumunu ortadan kaldırabilmek
için öncelikle güçlü bir devletin var olması gerektiğini söylerler. Güçlü bir
devlet için ise önce aile kurumunun güçlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle önce
geri adım atarak aileyi güçlendirirler. Bu sayede komünist devlet güçlenir ve
bir aşama sonra ise aile kurumu tamamen ortadan kaldırılır. Bir sonraki aşama
ise devleti ortadan kaldırmaktır ki, ailenin ve dini değerlerin kalmadığı bir
toplumda, artık bu komünistler açısından çok kolay aşılacak bir safhadır.21
Komünist taktiklerin en başlıcası gerçekte komünizmin tümüyle karşı olduğu aile propagandasıdır. Komünist posterlerde gülen yüzler eşliğinde yapılan bu propaganda sadece komünist devleti güçlendirmek ve sonrasında aile kurumunu tümüyle yıkmak içindir. |
PKK'nın kullandığı
komünist taktikler
Komünist taktikler
çoğu komünist lider tarafından istikrarla uygulanmış ve komünizmin kökleşerek
yerleşmesi için gerekli görülmüştür. Bir başka deyişle güçlü bir komünist
devlet için gereken her yola başvurulmuştur. Gerçekte Stalin'in kiliselere asla
destek vermeyeceği, Lenin'in asla kapitalist bir ekonomiye mahal vermeyeceği
açıktır. Fakat ortam ve şartlar gerektirdiğinde bu maske daima ustalıkla
kullanılmıştır.
Şu anda aynı yöntem
PKK tarafından da uygulanmaktadır. PKK, komünist dünya devleti hedefinin birinci
aşaması olan Komünist Kürdistan'ı oluşturabilme yolunun Batı ile yakınlaşmak
olduğunun farkına varmıştır. Komünist kimliği ile ortaya çıkmasının, dünya
süper gücü ABD tarafından tepki çekeceğini ve bu tepkinin kendilerini
kaçınılmaz bir başarısızlığa götüreceğini gayet iyi bilmektedir.
Bu taktiksel değişim
içinde zikredilen meşhur kelime "özerklik"tir. Gerçekte örgüt
Manifestosu'nda şiddetle karşı çıkılan bu ifade bir anda gece gündüz kullanılır
olmuş, Manifesto'daki Komünist Kürdistan'ın kurulması için Türkiye
Cumhuriyeti'nin yıkılmasını şart koşan ifadeler örtbas edilmiştir. Çünkü burada
geçen komünizm ifadesinin, Batı tarafından doğrudan destek görmeyeceği örgüt
tarafından bilinmektedir. Özerklik, ABD ve Avrupa için oldukça göz boyayıcı bir
kelimedir; ayrıca PKK'ya Batı'nın gözünde sahte bir "Kürt halkının
kurtuluş mücadelesini veren örgüt" kimliği de kazandırmaktadır. Batı'nın
bu talebi demokrasinin gereği olarak görmesi ve mutlaka destek vermesi
beklenmektedir.
Öyle ki, özerklik
kelimesine Türk toplumunu alıştırma çalışmaları başarısız olunca bu kelimeyi de
yumuşatma politikasına başvurulmuştur. Son günlerde oldukça sık duyduğumuz
demokratik özerklik, kanton, demokratik konfederalizm gibi öneriler, PKK'nın
taktiksel yöntemlerinden bazıları olarak gündeme getirilmektedir.
Ayrıca örgüt,
şiddetle devlet sistemine karşı olmasına, devleti yok etmek üzere
örgütlenmesine rağmen ağız değiştirmiş ve aniden Türkiye Cumhuriyeti'nin
varlığının kendileri için garanti olduğundan bahseder olmuştur. Bu aslında
kullanılan komünist taktiklerinin en bilinenleridir. Devleti yıkmak için önce
güçlü bir devletin himayesinde olma planı hayata geçmiştir. Hedefteki ilk aşama
olan özerklik, Türkiye Cumhuriyeti'nin varlığının elbette kendileri için
garanti olmasını gerektirmektedir. Çünkü böylelikle, Türkiye devletinin
kendilerine para, silah, altyapı sağlayacak bir ana kaynak olmasını hayal
etmektedirler. Türk devletinin parasıyla ileride Türk devletine karşı
kullanacakları bir ordu oluşturmayı planlamaktadırlar. Dolayısıyla şu aşamada
devletin varlığının önemi PKK ve PKK destekçileri tarafından sürekli olarak
dillendirilir. Fakat gerçekte amaç, güçlenip bir devlet haline geldikten sonra
Türkiye Cumhuriyeti dahil olmak üzere civardaki tüm devletleri yok etmek ve
komünist dünya devleti hedefine erişene kadar bu şekilde ilerlemektir.
Dolayısıyla bu söylemler de bir taktikten öte değildir.
PKK'nın emperyalizm
maskesini taktıktan sonra üstlendiği diğer taktikler ise, kadınları, aileyi ve
dini kullanıyor olmalarıdır. Bu taktikleri farklı başlıklar altında
inceleyelim:
1. Emperyalizm
maskesi altında kadınlar
Geçmişte Öcalan tarafından "yozlaşma unsuru" olarak değerlendirilen kadınlar, bir anda emperyalist maskenin gerektirdiği biçimde propaganda malzemesi olarak kullanılır olmuşlardır. Oysa örgüt, sürekli ezilen kadınlar için gerçek anlamda bir tuzaktır. |
PKK, Marksist
Leninist ideolojisini açık açık sürdürdüğü 1990'lı yıllara kadar aileyi, dini,
aşiretleri ve kadınları kendi ideolojisinin zararlı elemanları olarak
görmüştür. Örgüte göre, sömürgeciliğin ajan kurumu olarak gördüğü din ve aile
ortadan kesin olarak kalkmalıdır. İşte bu sebeple de örgütün en önemli mücadele
alanlarından bir tanesi aileler, din görevlileri ve aşiretler olmuş, oldukça
fazla sayıda din görevlisi öldürülmüş, aşiretlere savaş açılmıştır.22 Öcalan, kaleme aldığı ilk yazılarında
Marksist-Leninist çizginin bir sonucu olarak kadını ciddi şekilde aşağılamış,
hatta kadını, ailenin içerisinde "erkeği düşüren, yozlaştıran" bir
unsur olarak tarif etmiştir. Hatta örgütün içinde zararlı birer eleman
olacakları endişesi, erkeklerin savaşma kabiliyetini azaltacağı ve örgüt içi
iklimi bozacağı iddiasıyla kadınların örgüt içinde yer almalarına hiçbir zaman
sıcak bakmamıştır.23
Bu noktada Öcalan'ın
kadınlar, özellikle Kürt kadınları hakkındaki gerçek fikirlerine göz atmak
yerinde olacaktır:
Kürt
kadınlarının çoğunun bedenleri ölü, kokuşmuş, soğuk ve çok kabadır. Fizikleri
biraz böyledir, ruhları donuktur. Fikir düzeyi hiç yoktur... Bir papağan kadar
bile sözcükleri tekrarlayamaz.24
Fakat daha önce de
belirttiğimiz gibi 90'lı yıllar, örgüt içinde kopmaların meydana geldiği,
örgütün güçsüzleştiği ve küçüldüğü ve oldukça ciddi kayıplar vermiş olduğu bir
dönemdir. Taktik değişimini gerektiren bu önemli sebep, PKK'nın kadınlar konusunda
da bir atılım yapmasını gerektirmiştir. O dönemde ani bir kararla örgüte kadın
militan alınmaya başlanmıştır. 1996 yılında örgütün küçülmeye başladığı ve
kitle desteğini kaybetmeye başladığı bir dönemde ise PKK, kadınları, intihar
eylemlerinde ilk defa bir araç olarak kullanmıştır.25
Terör örgütüne
kadınların alınmasındaki temel amaç, yok olma tehlikesi içine giren PKK'da,
erkek teröristleri teşvik amacıyla kadınların birer savaşçı olarak
kullanılmasıdır. PKK, o tarihten itibaren ön plana çıkardığı kadın savaşçılar
ile bir nevi rekabetin yolunu açmış ve örgüt ile bağlarını yitirmek üzere olan
erkekler bu yolla teşvik edilmişlerdir.
Nitekim, PKK'da
kadınların intihar eylemlerinde kullanılma oranının, dünyadaki diğer terör
örgütleriyle kıyaslandığında daha fazla olduğu görülmektedir. Gerçekleşen ve
gerçekleşmek üzereyken yakalanan intihar eylemcilerinin %55'nin kadınlardan
oluştuğu gözlemlenmiştir.26 Kadınlar, çeşitli aldatma yöntemleriyle bu
Marksist örgütün birer maşası haline gelmişlerdir.
Terör örgütüne kadınların alınmasındaki temel amaç, yok olma tehlikesi içine giren PKK'da, erkek teröristleri teşvik amacıyla kadınların birer militan olarak kullanılmasıdır. Sırf erkekleri teşvik amacıyla intihar saldırılarında kadınlar kullanılmıştır. |
Bu tarihten sonra
PKK, kadınları çok çeşitli şekillerde emperyalizm maskesinin oldukça can alıcı
bir parçası haline getirmiştir. Feodal görüşler ve hurafeci İslam anlayışının
yanlış bir sonucu olarak özellikle kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak
görüldüğü Ortadoğu'da kendisini, kadın haklarından bahseden, kadınları ön plana
çıkaran bir grup olarak göstermiştir. Batı için bu hassas bir noktadır; PKK ise
bunu ustaca kullanmıştır. PKK, Batı'nın gözünde, kadına önem vermeyen bağnaz
bir coğrafyanın içinde kadın özgürlüğünden bahseden yegane topluluk olarak göze
çarpmıştır. Günümüzde, PKK hareketini tam anlamıyla tanımayan Batılı yazarların
en fazla kandıkları maske, düştükleri oyun budur.
Gerçekte kadını
"yozlaştırıcı bir etken" olarak gören, kadını savaşta bir tökez, önüne
geçilmesi gereken "aile belası"nın da baş etmeni olarak niteleyen
Öcalan, taktik değişiminin bir gereği olarak 1990'lardan sonra aniden kadınlara
yönelik bir özgürlük teması geliştirmiştir. Kadını "kurtarılması gereken
bir vatan gibi" göstermiş ve "özgürleşen kadın, özgürleşen
Kürdistan'dır" sloganını geliştirmiştir. Çünkü bu sloganın hem örgüt içine
alınacak kadın militanlar, hem de Batı nezdinde ne kadar göz boyayıcı olduğunu
çok iyi bilmektedir.
Öcalan, gerçekte "erkeği yozlaştıran bir unsur" olarak tarif ettiği kadınları, örgütte ihtiyaç başgösterince "özgürleşen kadın, özgürleşen Kürdistan'dır" sloganıyla kazanmaya çalışmıştır. Bu yönde güçlü bir propaganda yapılınca, feodal sistemden kurtulmaya çalışan pek çok kadın buna inanmış fakat çoğu örgütteki gerçeklerle yüzleştiklerinde pişman olmuşlardır. |
Illinois
Üniversitesi yayınlarında, PKK'daki bu değişim şu şekilde ifade edilmiştir:
Kadınlar PKK
hareketinin aktif üyeleri haline gelmeden önce, yani 1990'lı yıllara kadar, tüm
odaklanma erkekler üzerineydi ve kadınlar 'güvenilmemesi gereken zayıf
insanlar' olarak değerlendiriliyordu. Ancak bu hareket içinde kadınların sayısı
arttığında, Öcalan ve genel olarak PKK, Kürt erkeğinin geleneksel, 'feodal'
iktidarını eleştirerek, kadının rolü üzerine vurgu yapmaya başladılar.27
Şunu belirtmek
gerekir. Kadın özgürlüğü ve üstünlüğünün savunucusu olmak elbette şarttır ve
İslam dininin temel unsurlarından biridir. Ortadoğu gerçek anlamda bu konuda
geri kalmış bir coğrafyadır ve bunun en temel sebebi İslam coğrafyasının
Kuran'dan uzaklaşıp hurafelere yönelmiş olmasıdır. Hurafeci mantık, sadece
kadınlar konusunda değil, kalite, demokrasi, savaş/barış, sanat, bilim gibi her
türlü konuda olağanüstü derecede bir yozlaşma ve felaket getirmiştir. Burada
dikkat edilmesi gereken en önemli husus, gerçek İslam dininin kadını yücelten,
sanatı, bilimi ve demokrasiyi en mükemmel tarif eden anlayış olması; felaketi
getirenlerin Kuran'daki gerçek İslam dininden uzaklaşıp hurafeci, sahte bir
dine uyanlar olmasıdır. (Konuyla ilgili olarak bkz. Harun Yahya,
"Bağnazların Kadın Nefreti", Karanlık
Tehlike Bağnazlık)
Burada şunu
belirtmekte de fayda vardır. Türkiye'nin Güneydoğu bölgesinde de özellikle o
dönemlerde yaygın olan kız çocuklarını okula göndermeme, küçük yaşta
evlendirme, onları değersiz ve önemsiz görme, hatta töre cinayeti gibi korkunç
uygulamalara maruz bırakma sebebiyle kadınların hor görüldüğü bir sistemin
toplum içinde yaygın olduğu doğrudur. Ve PKK'nın bu yaygın sistemi kendisi için
koz olarak kullandığı, "silahlanırsan özgürleşirsin" fikrini
aşıladığı görülmektedir. Kürt köylerindeki genç kızların pek çoğu, genel olarak
aile veya aşiret içindeki baskılardan kaçmak için bu özgürlük görüntüsüne
aldandıklarını açıkça belirtmişlerdir. Pişman olanların arasında ise geri
dönebilenlerin sayısı azdır, çünkü genellikle örgüt tarafından tehdit hatta
infaz edilmişlerdir.
Türkiye'nin özellikle güneydoğusunda kız çocuklarını okula göndermeme, çocuk yaşta evlendirme ve töre cinayeti gibi unsurların var olması, PKK tarafından daima bir koz olarak kullanılmış ve dağa çıkan kadınların "özgürleşeceği" propagandası yaygınlaştırılmıştır. Dağdaki pek çok genç kadın, şu anda ya nasıl bir batağa gireceklerini bilemeden sırf feodal sistemden kurtulmak amacıyla ya da kaçırılarak örgütün eline düşmüşlerdir. PKK, Güneydoğu'da çocuklarımızı kaçırmaya halen devam etmektedir. |
Türkiye, hem İslam
hem de demokrasi ülkesi olması sebebiyle, özellikle kadınlara verilen değer
konusunda mutlaka öncü olmalı ve Ortadoğu'ya mükemmel bir örnek teşkil
etmelidir. Bu konuda PKK gibi Batı'ya yaranma amacıyla maske takmış kanlı terör
örgütlerine meydanı boş bırakmamalı, Kuran'da kadın ve demokrasi konusunda en
mükemmel, en adil ve en doğru uygulamanın olduğunu tüm dünyaya anlatmalıdır.
Bu, Türkiye'nin batısında da doğusunda da hakim bir uygulama olarak hayata
geçirildiğinde hem Ortadoğu'nun bu beladan kurtulması için bir yol açılacak,
hem de Türkiye, bunu uygulayan bir İslam ülkesi olarak Kuran'daki güzel ahlakı
Ortadoğu'ya göstermiş olacaktır.
Kadın tam anlamıyla özgür olmalı, dilediği gibi giyinip dilediği şekilde bakımlı olmalıdır. Gerçek İslam'ı, yani hurafelerden arınmış şekilde Kuran ahlakını savunan, kadın özgürlüğünü de savunur. Türkiye bu konuda öncü olmalı, PKK gibi Batı'ya yaranmayı amaçlayan kalleş terör örgütüne meydanı boş bırakmamalıdır. |
PKK'lı kadınlar neler
söylüyor?
PKK'nın kadın
konusundaki tarz ve ağız değişikliğinin üzerinde durmamızın temel sebebi, terör
örgütünün bu yöndeki ikiyüzlülüğüdür. PKK, kadınlara yönelik söz konusu söylem
ve uygulamaları sadece militan ihtiyacı ve Batı'ya yaranmanın en kolay yolu
olduğu için tercih etmiştir. Gerçekte örgüt içindeki kadınların izahları, bu
söylemlerin tam tersini işaret etmektedir.
Yazar Necati Alkan,
PKK'lı pek çok kadın ile bu konu hakkında röportajlar yapmış ve önemli bir
derleme meydana getirmiştir. Bunlardan birkaç örnek şöyledir:
PKK'lı kadınlardan
Zelal kod isimli kişinin açıklamaları:
Öcalan'ı
yaklaşımı ve uygulamalarından dolayı eleştirdim. Örgüt içi demokrasiyi
eleştirdim, kişilerin geriliğini eleştirdim... Beni iki ay hapse attılar.
Hapisten çıktıktan sonra 500 kişinin olduğu bir ortamda, eğitim ortamında,
Öcalan 'bana laf söylemişsin' dedi. ‘Tanrıyla öyle gelişigüzel konuşulmaz, laf
söylenmez. Sen tanrıya laf atarsan çarpılırsın.’ Kendini tanrı yerine koyuyordu
yani. Örgütten ayrılmak istedim, fakat ölümle tehdit ettiler beni. Hayatımda o
kadar korkmamıştım.28
PKK'nın dönüşüm
sürecinde örgütte faaliyet yürüten Bese kod adlı kişinin açıklaması ise
şöyledir:
PKK'ye ilk
katıldığımda işte dağdaydım, silahım var, o halde ben özgürüm diye
düşünüyordum. Ama ilerleyen zamanlarda gördüm ki özgürlük bu değildi. Çünkü
kendime ait bir kimliğim yoktu, kişiliğim yoktu, düşüncelerimi istediğim gibi
dile getiremiyordum, eleştiremiyordum. Örgütten ayrılmak istediğimde,
ayrılamıyordum. (Derinlemesine Mülakat, 2008)29
Leyla kod adlı kişi
ise şu açıklamaları yapmıştır:
PKK'da kadının
özgürlüğü adına, sembolik ve göstermelik düzeyde yapılanlar dışında pek bir şey
yapılmadı. Yapılanlarla da kadın özgürlüklerini biraz daha yitirdi. Çünkü kadın
adına ideolojisini geliştiren, örgütlenmesini kuran, bütün kararları alan ve
uygulayan bir erkek olan Öcalan'dı. Ben şahsen PKK'ya katılmadan önce de
özgürdüm. PKK'da benim bugüne ve yarına dair bireysel görüşüm yoktu, olamazdı
da. (Derinlemesine Mülakat, 2009)30
Komünistlerin "kadınları esaretten kurtarma" propagandasına hizmet için hazırlanmış bir afiş. (solda) PKK, kadınları esaretten kurtarma propagandası yapmaktadır. Oysa komünizm, kadınları değersiz bir orta malı olarak gören, ideolojisi gereği kadını aşağılayan bir fikir sistemidir. Dolayısıyla komünist bir sistemin kadını yüceltmesi imkansızdır. |
Necati Alkan,
konuyla ilgili olarak yaptığı gözlem ve röportajları sonucunda, kitabında şu
açıklamalara yer vermiştir:
PKK tarafından
1990'lı yıllardan sonra çeşitli görev ve roller yüklenerek kadınlar, örgütü
ayakta tutan temel güç haline gelmişlerdir. Görüşme yapılan kadınların tamamı,
bu gücün örgütten ayrılması halinde ‘örgütsel yapının çökeceğini' dile getirmişlerdir.
Ronahi'nin, ‘kadınlar olmazsa, erkekleri örgütte tutamazsınız’, Beritan'ın
‘erkekler kadın için dağda duruyorlar’, Ejin'in ‘kadınlar olmasa bir tane erkek
dağda olmazdı’, Revşen'in ‘kadın örgütten ayrılsın kimseyi tutamazsınız dağda’,
Pelin'in ‘kadınlar ayrılırsa erkekler bir saniye bile dağda kalmazlar' sözleri
bu bağlamda dikkate değerdir.31
Alkan'ın
analizlerine göre PKK tarafından ilk yıllarda "özgürleştirilecek
köleler" olarak görülen kadınlar, silahlı eylemlerde yer almaya
başladıkları 1990'lı yıllarda "yoldaşlar", intihar saldırılarında
kullanılmaya başlandıkları 1996 yılından sonra ise "tanrıçalar"
olarak isimlendirilmişlerdir. Söylem olarak bu kadar yüceltilmelerine rağmen,
örgüt içerisindeki uygulamalarında kadınların erkekler tarafından küçümsendikleri,
eşit olarak görülmedikleri, kendilerine değer verilmedikleri anlaşılmaktadır.
Örgütün söylemleriyle eylemleri arasındaki farklılıklardan rahatsızlık duyan,
örgütün vaatleriyle uygulamaları arasındaki çelişkileri gören pek çok kadın bu
dönemde örgütten ayrılmak istemiş, kimisi kaçmış, kimisi kaçmak üzereyken
yakalanmış ve hain ilan edilerek cezalandırılmışlardır.32
Uzun yıllar PKK'nın
içerisinde faaliyet yürüten Neval'in sözleri oldukça önemlidir:
PKK içinde kadın
özgürlüğü adına yürütülen tüm çabalar, PKK sisteminin en temel dinamiği olarak
geliştirilmiştir. Öcalan'ın aslında yaratmak istediği sistemin temel
ayaklarından biri kadın çalışmasıdır. Dikkat edin, parti tarihi boyunca Öcalan,
özellikle 1990 sonrasında sistemi ve kendi kimliğini önemli oranda kadın gücü
üzerinden geliştirdi. Kadını terazisinin bir kefesi yaparken, bundan kadından
çok kendisi yararlandı. (…) Devrimcilik
adına, özgürlük adına ülkesi için, birçok baskılara maruz kalarak dağlara çıkan
binlerce Kürt kadını, Öcalan'ın sisteminin çıkarları için, ama 'özgürlük' adına
organize edildi.
Öcalan'ın kadın
lehine taraf olduğundan bahsedilir. Buna bir açıklık getirmek istiyorum.
Öcalan'ın bazen Önderlik prestiji gereği bazı jestleri dışında, genel olarak
kadın lehine bir savunuculuğundan bahsedilmez. Ama bunun arkasına saklanılarak
kurulan beter bir sistem ve adaletsizlik vardı. Aslında Öcalan'ın kurduğu
kendisinin dili olabilecek, kendi iktidarını kadın üzerinden pekiştirecek bir
elit kadın grubu sistemiydi.33
Örgüt içinde eleştiride
bulunan veya örgütten ayrılmak isteyen kadınların cezalandırılması ve infaz
edilmesi ise "PKK'da kadın" mantığını özetleyen bir gerçektir. Bu
konuda verilebilecek en önemli örnek, parti içi örgütlenme konularındaki
eleştirilerini Öcalan'a gönderen Semir kod adlı kadın militanın Öcalan'ın emri
ile infazıdır. Necati Alkan'a göre, Öcalan, Semir'in öldürülmesiyle,
otoritesine karşı ilk doğrudan başkaldırıyı bertaraf etmiş ve daha sonra
gelişebilecek muhalif hareketlere Semir'in şahsında gözdağı vermiştir. Semir
tek örnek olmamıştır, söz konusu anlaşmazlıkta Semir'i savunan Saime Aşkın da
öldürülmüştür. Günümüzde halen bu uygulama devam etmekte ve Öcalan'ın
uygulamalarını eleştirenler "Semir kişiliği" olarak nitelendirilerek
cezalara ve infazlara maruz kalmaktadırlar.34 PKK örgütünün korkunç infaz gerçeği,
ilerleyen sayfalarda detaylı olarak anlatılacaktır.
Kadınlar konusunda
tüm göz boyamaların aksine PKK'lı kadınların "sadece kullanılmak"
üzere yer aldıklarını fark etmiş olmaları kuşkusuz sürpriz değildir. Kadınlar,
komünist düzen içinde daima "değersiz varlıklar" olarak görülmüştür.
Dahası komünizm, geçmişte yaşandığına inanılan fakat tümüyle bir aldatmaca olan
sahte bir komünal sistemin özlemi içinde olduğundan, böyle bir sistem içinde
"kadının değeri" diye bir mevzu söz konusu dahi değildir. Özlem
duyulan komün sisteminde tüm mallar, eşyalar, gıdalar ve çocuklar konusunda
olduğu gibi kadın da ortak bir mal olarak değerlendirilir. Komünist ideoloji
özellikle günümüzde tepki çeken bir kavram olduğundan, kadınların ortak
kullanımı ifadesini açıkça dile getirmezler. Fakat zaten aile kurumunun ortadan
kalkması kaçınılmaz olarak bu sonucu beraberinde getirir ki, hedef de budur.
Evliliğin, ailenin, nikahın anlamının olmadığı bir toplum anlayışı, zaten
kadının da çocukların da malın da ortak olması sonucunu beraberinde getirir.
Her şeyin ortak paylaşım alanında sömürülmesi gereken bir meta olarak görüldüğü
bir ortamda kadının bir "değeri" olmayacağı da açıktır.
2. Emperyalizm
maskesi altında din
(Allah'ı, Kuran'ı ve
dini tenzih ederiz)
PKK'nın emperyalizm
maskesinde yer alan unsurların belki de en önemlisi dindir. 90'lı yıllara kadar
her türlü dini reddetmiş olan Leninist PKK, komünist kimliğini gizlemenin en
belirgin metotlarından biri olarak dini kullanma yoluna gitmiştir. Batılı
devletlere yaranmanın en kilit noktası, komünizmin şiddetle cephe aldığı din
konusunda farklı bir taktik izleyebilmektir. Dindarlık maskesi, işte bu yüzden
90'lı yıllardan sonra PKK tarafından oldukça etkili bir şekilde kullanılmaya başlanmıştır.
Bu değişimin
detaylarına geçmeden önce, din konusunda PKK'nın temel bakış açısını anlamak
gerekmektedir.
Çok defa
hatırlattığımız gibi PKK, komünist bir yapılanmadır. Komünizm ise, ateizm
ideolojisiyle birlikte ortaya çıkmış, tüm komünist liderler asıl olarak ateist
propaganda yapmışlardır. Zaten kurulacak muhtemel komünist devlet mutlaka din,
ahlak ve aile kavramlarını terk etmiş olmalıdır. Nitekim "Lenin 1900'de ne ise ben de 21. yüzyıl sosyalizmini temsil
ediyorum" diyen Öcalan da, 90'lı yılların öncesinde, yani emperyalist
maskeyi takmadan önce din konusundaki düşüncelerini açıkça ifade etmiştir.
Abdullah Öcalan'ın din ile ilgili sapkın ifadelerinin bazıları şu şekildedir
(Allah'ı, Kuran'ı ve dini tenzih ederiz):
Marks'ın din ve aileyi yok sayan, şiddete dayanan komünizm fikrini Lenin vahşi uygulamalarla hayata geçirmiştir. |
Lise
dönemlerinde büyük felsefik bunalımı yaşadım. Tanrı ile savaşı verdim, bu
savaştan başarı ile çıktıktan sonra yarı Tanrı oldum.35
Tek tanrılı din
ideolojileri, baştan sona siyaset ideolojileridir. Dini söylem, Allah,
peygamber ve melek gibi kavramlar dönemin siyasi literatürüdür.36
Allah bir nevi Ortaçağın
feodal manifestosudur, temel yasası ve bildirgesidir.37
Namazın kendisi
de genel anlamda bir tiyatrodur.38
Kur'an-ı
Kerim'le ilgili "İdeolojik kimlik düzeyinde gerçekleştirilen, Sümer
mitolojisinin üçüncü büyük versiyonu, dönüşüm geçirmiş biçimidir”.
Bizim din ile
ilişkimiz yok. Halkımız Tanrı'dan, ideolojiden kopmalıdır.Ben çok uğraştım
sonunda Tanrı'dan koptum. Tanrıyı aştım. Böylece Abdullah Öcalan olabildim. İslam
kadınımıza bir şey vermemiştir. Bunun yerine sosyalist ahlakı koyacağız.
Tarih içindeki
gelişimine baktığımızda, ALLAH tapımıyla birliğe ve güce ulaşılmak istendiği
çok açık görülmektedir. Öyle sevgili kulun cennete gitmesi gibi kavramlar, işin
fantezi kısmıdır, edebi kısmıdır.
Leninizm,
başlangıçtan itibaren Öcalan'ın ve PKK'nın ideolojisi olmuştur. Lenin ise,
uyguladığı Marksist ideoloji içinde dine bakışını şu şekilde ifade etmiştir:
Marksizm
maddeciliktir… Bu hiç kuşku götürmez… Dinle savaşmalıyız. Bu, her türlü
maddeciliğin ve doğal olarak Marksizm'in ABC'sidir. Ancak Marksizm, ABC'de
donmuş kalmış maddecilik değildir. Marksizm daha ileri giderek şöyle der: Dinle
nasıl savaşacağımızı bilmeliyiz, bunu yapabilmek için de inancın ve dinin
kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açıklamalıyız. Dinle savaş, soyut ideolojik
öğütlere indirgenmemelidir.39
Güneydoğu insanımız manevi değerlerini en üst seviyede yaşayan sevgi insanlarıdır. İslam'ın dışında bir yaşam şeklini benimsemeleri, Marksizm'in soğuk, sevgisiz ruhunu yaşamaları asla mümkün değildir. |
Marks, dini
kendince, "egemen sınıf ya da sömürgeci sınıf elinde, halkı uyuşturmak
için kullanılan bir araç" olarak nitelendirmiştir. Öcalan'ın da izlediği
ideoloji doğrultusunda dine bakışı aynı yönde olmuş ve dini, sömürgeci olarak
kabul ettiği burjuva ve devletin elinde bir araç gibi görmüştür. Nitekim
örgütün kuruluş manifestosunda "İslamiyet'in sömürgeciliğin bir ajan
kurumu olduğu, Kürtlerin içine yerleşmiş ve onlara gizliden gizliye etki eden
bir Truva Atı görünümünde olduğu" ifadeleri yer almaktadır. Truva Atı
benzetmesi, "Kürdistan Devriminin Yolu-Manifesto" adlı kitabının 1994
yılı baskısının 32. sayfasında Öcalan'ın bizzat kendi dilinden şu şekilde ifade
edilmiştir:
Kürtler, manevi
alanda da yabancı işgale uğradı. İslamlık, Kürdün beyninde ve yüreğinde milli
inkarı hazırlayan ve kaleyi içten fethetme rolü oynayan bir ‘Truva Atı'
gibidir.40
Kürtlerin dinlerinden vazgeçmeyeceği, Marksist, Leninist bir anlayışı asla benimsemeyeceği gerçeği, PKK'yı taktik değiştirmeye zorlamıştır. Her türlü dini kesin dille reddeden PKK, emperyalizm maskesinin gereği olarak dine karşı üslubunu yumuşatmıştır. Fakat temelde PKK'nın dinleri yok etme hedefi devam etmektedir. |
Leninist bakış
açısının bir sonucu olarak PKK, proletaryanın hakimiyetinde bir sistem
oluşturmayı esas almış, proletarya hakimiyetinin de öncelikle dinsizliğin
yaygınlaştırılmasıyla mümkün olacağına inanmıştır. Nitekim Öcalan'ın bu konuda,
"Kürdistan Devrimi, Ekim devrimi ile
başlayan ve ulusal kurtuluş hareketiyle gittikçe güçlenen Dünya Proletarya
Devriminin bir parçasıdır."41 ifadelerini dikkate almak gerekmektedir. PKK
için proletaryanın hakim edilmesinin en büyük yolu kuşkusuz silahlı
mücadeledir. Ama PKK içinde bu zihniyetin yerleşebilmesi için ilk şart daima
dinden uzaklaştırıcı bir eğitim olarak görülmüştür. Öcalan'ın şu sözleri bunu
açıklar niteliktedir:
Diyalektik
tarihsel-materyalizm oluşmadan önce ne proletaryanın güçlü bir eylemi
gerçekleştirilebilmiş ve ne de öncü örgütü yaratılabilmiştir. Bu anlamda da
proletaryanın en büyük üstatlarının işe felsefeden başlamaları, dini
eleştirerek proletaryanın sağlam bakış açısını ortaya çıkarmaları bir tesadüf
değildir…42
Bütün bu
açıklamalardan da anlaşılabileceği gibi, Lenin de, onun izlerini takip eden
Öcalan da, dinin güzelliğini ve sıcak ruhunu, Allah'ın insanlara öğütlediği
güzel ahlakı kavrayamamışlar ve bu sebeple daima çözümün dine savaş açmak
olduğunu düşünmüşlerdir. İşte bu sebeple PKK'nın temel yöntemi daima sahte bir
felsefi eğitim vermek olmuştur. Bu felsefi eğitim, temelinde, diyalektik
materyalizmi esas almakta ve bununla birlikte din karşıtı bir söylem
içermektedir. Bu eğitim şekli PKK içinde halen devam etmektedir.
Oysa Güneydoğu için
bu çaba boşadır. Güneydoğu halkımız İslam'ın sıcak, sevecen ruhunu tam olarak
kavramış olan; İslam'ın barış, şefkat ve fedakarlık ruhunu mükemmel uygulayan
maneviyatı güçlü bir halktır. Güneydoğu halkımızın İslam'ın dışında bir yaşam
şeklini benimsemesi, Marksizm'in soğuk, ürkütücü, sevgisiz ruhunu bir hayat
şekli olarak sahiplenmesi mümkün değildir. Nitekim PKK da, kan kaybetmeye
başladığı 1990'lı yılların başlangıcında iki önemli gerçeği kabul etmek zorunda
kalmıştır: 1) Kürtler dindardır, dolayısıyla din dışı bir ideolojiye mecburiyet
veya baskı dışında tevessül etmez ve destek vermezler. 2) Radikalizmle boğuşan
Ortadoğu'da Batı'nın desteğini kazanmanın yolu ılımlı İslam söylemlerinden
geçmektedir.
Birinci madde ile
ilgili olarak siyasetçi, gazeteci ve yazar Mehmet Metiner'in açıklamaları
şöyledir:
İddiam odur ki,
PKK o dönemde (kuruluş yılları) sosyalist-ateist bir ideolojik hatta yürümemiş,
Kürtlerin dini inançları ve değerleriyle doğrudan hesaplaşan bir siyaset
izlememiş olsaydı, hiç kuşkusuz çok daha geniş bir kitleyle buluşma imkanına
sahip olurdu... Çünkü Kürtler tarihleri boyunca ne dinlerinden ne de
milliyetlerinden vazgeçmişlerdir.43
Kürtlerin
dinlerinden vazgeçmeyeceği gerçeği, destekçi bulamayan PKK'yı din maskesi
takmaya zorlamıştır.
İkinci madde ise,
gerçekten Batı'da PKK'nın beklediği etkiyi uyandırmıştır ya da Batı, kendi
çıkarları için buna çok inanmak istemiştir. Batılı yorumcuların bazıları,
Ortadoğu'nun radikalizm nedeniyle bir kan gölü haline gelmesini gerekçe
göstermekte ve din konusunda ılımlı sözlerle ortaya çıkan PKK gibi bir
müttefiki –komünist olduğu gerçeğini bilmeyerek veya tümüyle göz ardı ederek–
kendi normlarına oldukça uygun bulmaktadırlar. Nitekim Fransız yazar
Bernard-Henri Levy, PKK ile ilgili açıklamalarında bunu şu sözlerle açıkça izah
etmiştir:
Söz konusu
bölgelerde cinsiyet eşitliği, sekülerizme ve azınlıklara saygı ve İslam'ın
modern, ılımlı ve ekümenik kavramını görmek mümkün; ki bunlar, bölgede oldukça
nadir görülebilen özellikler.44
Dikkat edilirse
sayılan üç unsur, yani kadın hakları, demokrasi ve ılımlı din anlayışı,
Batı'nın daima Ortadoğu'da özlem duyduğu unsurlardır. İşte bu kilit ve göz
boyayıcı unsurlar, PKK tarafından taktik değişiminin bir parçası olarak özenle
seçilip kullanılmış; Batı ise, stratejik öneme sahip bir coğrafyada, bu
özelliklere sahip iyi kullanılacak bir müttefikin var olduğu zannına
kapılmıştır. Oysa PKK, Batı'yı sadece aldatmaktadır.
Kürt milliyetçiliği
görünümüne uygun dindarlık kılıfı
PKK, 90'lı yılların
sonrasında kılık değiştirerek, "etnik hareketler", "yerel
unsurlar" ve "çoğunluğun altında ezilmiş kimlik bunalımı"
kozlarını sürekli gündeme getirmiştir. Bunun nedeni bu başlıklarının AB ve
ABD'nin insan hakları ajandasında yerini mutlaka buluyor olmasıdır. PKK, Kürt
kartını işte bu yüzden oynamaktadır. Kürt kartını gereği gibi oynayabilmek için
ise Kürtlerle özdeşleşen İslam'ı kendilerince kullanma safhasına geçmişlerdir.
Oysa gerçekte PKK, Kürt milliyetçiliğiyle hiçbir ilgisi olmayan komünist bir
harekettir. Nitekim örgütün geçmişten bugüne hedefinde daima Kürtler olmuş ve
örgüt, asıl olarak Kürtlere katliam uygulamıştır. Kitap genelinde zaman zaman
hatırlattığımız gibi PKK ile Kürtler arasındaki ayrımı çok iyi anlamak
gerekmektedir.
Yazar Burhan Semiz,
PKK'da halka ulaşmak adına yapılan bu kılıf değişikliğini şu sözlerle
açıklamaktadır:
PKK'nın
konjonktüre göre doğrudan veya dolaylı şekilde ötekileştirdiği ve düşman olarak
gördüğü üstyapı kurumlarının başında Din- özelde İslamiyet- olgusu gelmektedir.
Dini ve İslamiyet'i sömürgeciliğin ajan kurumu olarak nitelendiren PKK,
toplumun bu değerine yönelik olarak kuruluş öncesi ve sonrası süreçte karşı
duruş sergilemiştir...45 PKK, bölge halkı ile yaşadığı değer çatışmasını
aşabilmek amacıyla 1990’lı yılların başlarından itibaren toplumsal değerleri
göz önünde bulundurmanın önemini kavramaya başlamış, en başta İslamiyet –dini
değerler– olmak üzere aile, kadın ve kültürel değerlere yönelik olarak söylem
değişikliğine gitmiştir.46 PKK'nın örgütsel çerçevede istenilen düzeyde toplumsal
tabana ulaşamaması ve Kürtlerin örgüte karşı gelerek -Hizbullah, İlim, Menzil
gibi- farklı oluşumlara yönelim göstermesi, 1990'lı yıllarda Öcalan'ın
İslamiyet ve din konusundaki klasik söylemlerini yeniden gözden geçirmesine ve
bu alana önem verilmesine sebebiyet vermiştir.47
Öcalan, bu kılıf
içinde radikal dindar hareketleri bile birer müttefik olarak görebileceğini
açıkça ifade etmiştir.
Özellikle dinsel
hareketlerle gerçekten düzen karşıtlarıyla dostluk uygundur. İran'a dayalı
dinsel ideolojik hareketle bir dostluk yaklaşımı içinde bulunulabilir. Bunlar, radikal
bir çizgide hareket edip, Batı yanlısı rejimleri devirmeyi amaçladığından,
düşman olarak görülemezler. Özellikle kendi din politikamızı yaşama geçirirken,
bunlarla bir yarış ve dayanışma içinde bulunmalıyız.48
Komünistlerin yıkmaya çalıştığı din, aile ve maneviyat, Güneydoğu halkı için vazgeçilemeyecek değerlerdir. |
Bu söylem
değişikliğini Öcalan, materyalist unsurlardan bir anda tümüyle sapmaksızın, bir
alıştırma evresi dahilinde gerçekleştirmeye çalışmıştır. Bu durumu "Din
Sorununa Devrimci Yaklaşım" adı altında yeni bir stratejiyle hayata
geçirmek istemiştir. Bu başlık altında dine bakışını farklı şekillerde ifade
etme gayretine giren Öcalan, İslam hakkında daha ılımlı ifadeler kullanır
olmuştur. Dini tümüyle devre dışı bırakan geçmişteki ifadelerinin yerine
-diyalektik ve materyalist görüşlerini korumakla birlikte-, dinin kendince
sosyal işlevini ön plana çıkarmaya çalışmıştır.
Bu taktik değişimi
geçen yıllarda PKK'nın genel izahlarına daha yaygın şekilde dahil edilmiştir.
Dini söylemleriyle tanınan çeşitli siyasetçiler ve aktörler devreye sokulmuş,
PKK ile "ılımlı İslam" kavramı -Batı'yı etkileyecek şekilde- birlikte
anılır olmuştur. Batı, bu aldatıcı görünüm neticesinde, Ortadoğu'da sayıları
gitgide artan radikallere karşı etkili olacak bir topluluğa kavuştuğunu
sanmıştır. Oysa gerçek bu şekilde değildir. PKK'nın İslamiyet'e yaklaşma
görünümünün sadece bir taktik olduğunu, bir dönem örgüt üyesi olan Demirkıran
şu ifadelerle açıklamaktadır:
Ben örgüte
katıldığımın ertesi günü örgütün inancının olmadığını anladım. Çünkü burada
Marksist-Leninist bir yapılanma söz konusuydu. İlk zamanlarda bu beni çok
üzüyordu. Beni uzun süreler bunalıma sokmuştu. Lakin yine de inançsız olmamı
sağlamaya çalışıyorlardı. Burada herkes inkar ederken benim inkar etmemem söz
konusu olamazdı. Her ne kadar içimden inkar etmesem de bunu dışa yansıtmama
imkan yoktu. Kesinlikle hepimiz inançsızdık.49
Önceden imamlık
yapan ancak daha sonra çeşitli sebeplerle örgüte katılan 55-60 yaşlarındaki
Hüseyin isimli örgüt üyesi ile ilgili açıklamalar da dikkate değerdir:
Hüseyin amca
kampa ilk geldiğinde namaz da kılıyordu. Baktı hiç kimse namaz kılmıyor,
üstelik herkes dine karşı, yavaş yavaş namaz kılmayı bıraktı. Bunun izahını
kendisine yapıyordu. ‘Şimdi savaştayız, namazı sonra kılarız' diyordu. Bir
imam, Marksist teori üzerine kurulu PKK'da dinden böyle uzaklaşıyordu. Bizim
gibiler ise, çoktan Allah'ı unutmuşlardı.
50
Kürt kardeşlerimizi
ve Batı'yı aldatmak adına din maskesi takan PKK, gerçekte halen, devletin ve
ailenin yok edildiği dinsiz bir komün sistemini hayal etmektedir. Nitekim,
ilerleyen bölümlerde kapsamlı olarak anlattığımız gibi, PKK'nın şehir
yapılanması adı altında kurduğu KCK devlet sistemi, tam olarak bu komün
sistemini tarif etmekte, bu ifade açıkça dile getirilmektedir. İşte bu nedenle,
PKK'nın dini söylemlerinin Batı'yı, hatta ülkemizde bile bazı kesimleri bu
kadar aldatabilmesi şaşırtıcıdır. Söz konusu kişiler, her türlü dini yok etmek
isteyen bir topluluğu "ılımlı dindar" olarak tanıtmakta ve din ile
yoğurulmuş Ortadoğu için adeta bir model gibi göstermeye çalışmaktadırlar.
Türk eğitim müfredatı
bilinçsizce PKK'nın ideolojisine destek veriyor
Burada dikkat
çekilmesi gereken ve devletimiz ve milletimiz açısından en sakıncalı olan
gerçek, Türk eğitim müfredatının bilinçsizce PKK'nın ideolojisine destek
veriyor oluşudur. Daha önce çok defa belirttiğimiz gibi PKK'nın temel
ideolojisi olan komünizm, Darwinizm kaynaklıdır. Darwinizm yani evrim teorisi
ise, sinsi bir diktatörlük tarafından tüm dünyaya zorla kabul ettirilmiş,
ülkelerin eğitim müfredatlarına zorla dahil edilmiş, insanlık tarihinin en
büyük aldatmacasıdır. Bu aldatmaca, özellikle 21. yüzyıl bilimi ile kesin
olarak deşifre edilmiş, milyonlarca yıl hiçbir değişim göstermemiş canlıların
500 milyondan fazla fosil örneği toprak altından çıkarılmış ve bir proteinin
tesadüfen oluşamayacağına dair moleküler ve biyolojik deliller ortaya
konmuştur. Dolayısıyla evrim teorisi bilimsel anlamda geçersizdir. Buna rağmen
Darwinist diktatörlüğün baskısı ve caydırma politikaları nedeniyle devlet
sistemleri bu aldatmacaya sahip çıkmakta, hem okullarda hem üniversitelerde
evrimi temel bir konu olarak zorunlu hale getirmekte, ana akım medya, kendi
yayın organlarını buna uygun şekilde düzenlemektedir.
Türkiye de bu
ülkelerden biridir. Türk halkının %99'u dindar olmasına rağmen Türk eğitim
müfredatında evrim, tüm diğer ülkelerde olduğu gibi başrollerdedir.
Çocuklarımız, daha küçük yaşlardan itibaren evrimi bir gerçekmiş gibi
öğrenmekte, kainatın, güçlünün zayıfı ezmesi gereken bir mücadele alanı
olduğuna inanmakta ve bilinçaltlarında her şeyin tesadüfen var olduğu bilgisini
alarak Allah inancından uzaklaşmaktadırlar. Okullarda din derslerinde çocuklara
geleneksel bir yaklaşımla bir din bilgisi öğretilmekte, fakat çocuk, aldığı
diğer bütün derslerde Allah'ın var olmadığına dair sahte bir telkin almaktadır
(Allah'ı tenzih ederiz). Dolayısıyla bir çocuk, edindiği bu sahte altyapının
etkisiyle ileriki vadede komünizm ve faşizm gibi Darwinizm kaynaklı
ideolojilerin kolayca etkisi altında kalmakta, etki altında kalmasa da bu
sapkın ideolojilere karşı savaşacak bir ideolojik altyapı ve güce sahip
olamamaktadır. İşte bu sebepledir ki PKK, yıllardır kendi çevresine
Darwinist/komünist bir eğitim verirken, bununla mücadele etmesi gereken Türk
gençleri de şaşılacak şekilde devlet okullarında benzer bir eğitim
almaktadırlar. Bunun trajik bir sonucu olarak PKK ile hiçbir ilmi mücadele
yapamamaktadırlar. Mücadele yalnızca askeri alanla sınırlı kalmakta, o da
PKK'nın kalleşçe gerçekleştirdiği gerilla terörü nedeniyle kayıplar
getirmektedir.
Oysa yıllardır
defalarca açıkladığımız gibi, PKK ile başa çıkabilmenin tek yolu ilmi
mücadeledir. Bu yapılmadığı sürece, PKK'yı tümüyle ortadan kaldırabilmek kesin
olarak mümkün değildir. Yapılan müzakerelerin, ateşkeslerin de sonuç
getirmeyeceği açıktır. Keza katil durmakta, sadece elindeki silahı geçici
olarak alınmaktadır.
Sağ üstte: 50 milyon yıldır amber içinde en ince detaylarına kadar korunmuş bir yaban arısı. Sol üstte: Günümüzde yaşayan ve fosil içindeki 50 milyon yıllık örneğinden hiçbir farkı olmayan yaban arısı. |
PKK'nın Darwinist
altyapısını daha açık örneklerle görmek gerekirse, Öcalan'ın kendisi koyu bir
evrimcidir ve PKK'nın ideolojik temeli de bunun üzerine kurulmuştur (Konuyla
ilgili detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Komünist
Kürdistan Tehlikesi, "PKK Darwinisttir" s.111). Nitekim Öcalan,
kendince dinin tanımını yaparken, "insanlaşmanın başladığı dönem"
olarak kabul ettiği hayali bir dönemi çıkış noktası olarak almıştır. Bu,
Öcalan'ın zihnindeki, primatlardan insana dönüşüm sahtekarlığının bir
tezahürüdür. Öcalan'ın kullandığı ifadeler şöyledir:
İnsan türünün
ortaya çıkmaya başladığı koşullarda, tür olarak insanlaşmanın başladığı dönemde,
ona bu niteliklerini veren yeteneklerini konuşturmaya başladığında, bir din
değerine, bir din düşüncesine, bir dini bakış açısına ulaşmak zorundaydı. Bunu
iki nedenle yapmak durumundaydı, bir yanda olağanüstü gördüğü doğa güçleri, öte
yanda ise kendi yetenekleri söz konusuydu.51
Gençlerimiz, devletin okullarında evrimi zorunlu ders olarak okumakta ve edindikleri bu sahte altyapının etkisiyle ileriki vadede komünizm ve faşizm gibi Darwinizm kaynaklı ideolojilerin kolayca etkisi altında kalabilmektedirler. |
Dikkat edilirse
Öcalan, kendince bir insanlaşma dönemi tespit etmekte ve doğaüstü güçlerin ve
korkuların etkisiyle insan tarafından bir din fikrinin geliştirildiğini iddia etmektedir.
Bu garip izaha, diğer açıklamalarında da rastlamak mümkündür:
… İnsanı ele
alalım ve dini anlamaya çalışırken doğa karşısındaki zayıflığı göz önüne
getirelim. O, bu zayıflığını çıplaklığını ne ile giderecek? Şu konuda
yanılmadığımıza inanıyorum: İnsanlar kendilerini hükmedenler durumuna getirmek
için, zavallılıklarından kurtulmak için, doğaya sempatik gözükmek ve doğayı
anlayışlı kılmak için ve elbette ki hepsinin de ötesinde kendilerini egemen
kılmak için din ve tanrı düşüncesine başvuruyorlar. Aslında kişinin kendisinin
‘hakim' olmada gözü vardır. İşte bunun ön aşaması da, kendisine tanrılar
yaratmaktır… Daha da somutlaştıracak olursak; din, insan türünün doğayla
karşılaşmasında ilk girdiği düşünce ve ruhsal gelişme biçimidir.52
Aslında bu, o vakte
kadar dini tümüyle reddeden Öcalan'ın yeni taktiğidir. Hala dinsiz kimliğiyle
konuşmakta, hala PKK'nın dinsizlik stratejisini savunmakta fakat dinin
"ilk insanın" bir ihtiyacı olduğunu iddia ederek dini kendince
"kabul edilir bir kurum" olarak göstermeye çalışmaktadır. Böylelikle
aslında, "... inancın ve dinin
kökenini kitlelere maddeci bir biçimde açıklamalıyız" diyen Lenin'in
dinle savaşmak için gösterdiği yöntemi kullanmaktadır. Dini kendince sosyolojik
olarak açıklayan fakat tümüyle reddetmeyen görünümü ile ortaya çıkmakta ve
dindar Kürt halkı üzerinde etki uyandırmaya çalışmaktadır. Öcalan'ın konuyla
ilgili diğer sözü şöyledir:
Din bütün
zayıflıkları kapatmada, korkularını, endişelerini, acılarını gidermede
insanoğlu için bir ilaçtır. Hem de gereklidir. İlk insan neden bilimsel
gerçeklere ulaşmadı, neden yanılgılara, saplantılara kapıldı denilemez. Çünkü o
günün koşullarında bundan farklı davranamazdı. O halde, ilk insanın gerçeğini
daha iyi anlamak gereklidir. 53
Dünyada neredeyse tüm toplumlar içinde vahşet, kavga ve çatışma artık alıştığımız manzaralar haline geldi. Bunun temel sebebi, kavga ve çatışma felsefesinin altyapısının, yani Darwinizm safsatasının tüm dünya okullarında adeta bir gerçekmiş gibi okutulmasıdır. |
Açıkça görülebildiği
gibi Öcalan, doğanın ve tarihin bir diyalektik içinde geliştiğine dair sahte
evrimci anlayışı dine de empoze etmeye çalışmakta ve dinin bir diyalektik
içinde var olduğunu iddia etmektedir. Buna göre dini, korkulardan kaynaklanan
bir gereksinim olarak açıklamakta ve zaman içinde evrim geçirdiği yanılgısını
ortaya atmaktadır. Öcalan kendince, "ilkel
komünal toplumda Tanrı ve doğa ekseninde bir din algısının hakim olduğu, bunun
yanı sıra feodal topluma geçişle birlikte dinin evrim geçirmeye başladığı ve
tek Tanrılı dinlerin sosyal zeminini hazırladığı"54 gibi ürkütücü bir mantığı savunmaktadır. Bu ifadelerin
toplumun bir kesiminde etki uyandırması o kadar da şaşırtıcı değildir. Çünkü
Türkiye okullarındaki müfredatta din, Sosyoloji dersinde tam olarak bu şekilde
tanımlanmaktadır:
Genel olarak
din, insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum
olaylarını, tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya
yönelmedir. 55
Yüce Rabbimiz'in bir
hak ve yol gösterici olarak Kendi Katından gönderdiği dinin, kendi
okullarımızda, insanların "doğa ve toplumsal olayların korkusundan
kaçınmak için sığındıkları ve 'kendi ürettikleri' bir kavram" olarak
açıklanması dehşet verici bir durumdur. Bu durum, sadece PKK'nın zihniyetine
hizmet etmekle kalmamakta, içten içe dinsiz toplumların da yetişmesine zemin
hazırlamaktadır. Allah korkusu olmayan ve bunun yerine doğada güçlünün zayıfı
ezdiği bir mücadelenin şart olduğuna inanan toplumlar içinde ise sevgisizlik,
şiddet ve nefretin kol gezeceği açıktır. Nitekim günümüzde, toplum içinde vahşi
katliamların, kadın cinayetlerinin, kavga ve psikopatlıkların gitgide artıyor
olması hiç de şaşırtıcı değildir. Okullarda öğrenciler evrim dayanaklı dersler
nedeniyle doğrudan "Allah yoktur" telkini almakta (Allah'ı tenzih
ederiz) ve şiddeti doğanın bir kanunu olarak algılamaktadırlar. Allah korkusu
olmadığı müddetçe, şiddete eğilimli insanları ne kanunlar ne de caydırıcı
önlemler durdurabilmektedir.
Yine Türk
okullarının müfredatında yer alan Felsefe dersi okul kitaplarında geçen
ifadeler şu şekildedir:
... insan, özgür
ve güçlüdür. Onun Tanrı tarafından önceden belirlenen bir özü yoktur...
Varoluşsal varlık, hiçbir şeyden gelmez. Çünkü kendisi dışında hiçbir şey
yoktur. Eğer Tanrı var olsaydı var oluş ve özgürlük olmayacaktı. O hâlde...
... Tanrı,
dünyadaki kötülükleri önlemek istiyor da gücü yetmiyorsa güçsüzdür. Tanrı'nın
kötülükleri önlemeye gücü yetiyor da önlemek istemiyorsa kötü niyetlidir...56 (Allah'ı tenzih
ederiz)
Bu dehşetli ifadeler
doğrudan Allah'ın varlığını reddetmek üzerine bilinçaltı telkini amacıyla
kullanılmaktadır. Bu açıklamaları okuyan bir çocuk, akademik bir eserden gelen
bir bilginin doğru olduğuna inanacak ve doğrudan dinsiz yetişecektir. Oysa
gerçekte, ezeli ve ebedi olan Allah'tır ve kainatta var oluş Allah'ın izniyle
gerçekleşmiştir; tüm kainatın ve içindekilerin mutlaka başı ve sonu vardır.
Evrenin, insanın ve tüm canlıların yaratılmış oldukları genetik, astronomi,
fizik, kuantum fiziği, biyoloji, paleontoloji gibi bilimin sayısız dalı tarafından
ispat edilmiştir. Allah'ın varlığı özgürlüğün, adaletin, mutluluğun ve huzurun
güvencesidir. Gerçek kötülük ve mutsuzluk ise, evrimcilerin ve materyalistlerin
iddia ettiği gibi tesadüfler sonucu oluşan ve sürekli çelişki içinde ilerleyen
hayali dünyanın özelliğidir.
Ayrıca tarihin ve
doğanın diyalektiği ile ilgili geçmişten bu yana süregelen açıklamalar, evrim
sahtekarlığını dünyaya yaygınlaştırmak için uydurulmuş sahte felsefelerdir. Ne
tarihte ne de doğada hiçbir şey ilkelden gelişmişe bir değişim göstermemiş,
tarihte hiçbir zaman bir "taş devri" var olmamış, canlılar bir
bakteriden türememişlerdir. Geçmiş toplumların bazıları, kimi zaman
günümüzdekinden bile daha gelişmiş örnekler sunan olağanüstü medeniyetlerdir.
(Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya, Evrim Aldatmacası ve Harun Yahya, Tarihi bir yalan: Kabataş Devri)
Dolayısıyla Öcalan'ın ve diğer tüm Darwinistlerin dine empoze etmeye
çalıştıkları diyalektik, sadece bir aldatmacadır. Fakat bu aldatmaca,
ortaöğretim kitaplarında pervasızca okutulmaktadır.
Görüldüğü gibi
teröristler dağda, öğrencilerimiz ise okullarda aldatılmaktadırlar. Bu
aldatmaca sona ermeden, Türkiye sınırları içinde PKK'ya ve onun ideolojisine
yönelik gerçek bir ilmi mücadelenin gerçekleşebilmesi zordur. Çok defa
belirttiğimiz gibi PKK'nın asıl sorunu ve asıl hedef alınması gereken bela
kaynağı ideolojisidir. İdeolojik mücadele için altyapının olmaması, gençlerin
bu altyapıdan tümüyle yoksun halde, büyük bir aldatmacanın esiri olmuş şekilde
yetişmeleri, Türkiye'yi büyük felaketlere sürükleyebilir.
OKUL DERS
KİTAPLARINDAKİ EVRİM VE DİNSİZLİK PROPAGANDALARINDAN BAZI ÖRNEKLER
(2013-14 eğitim
müfredatına göre)
ORTAÖĞRETİM 12.
SINIF BİYOLOJİ KİTABI
"Bu öğretim yılında; "HAYATIN BAŞLANGICI VE EVRİM ÜNİTESİNDE
yaşamın ilk ortaya çıkışı ve canlılardaki değişim hakkında bilgi kazanmanız...”
Fosillerden bize yeryüzünde canlıların nasıl ortaya çıktığı, yeryüzünde
nerelere ve nasıl yayıldığı, yayılırken ne gibi değişimler geçirdiği konusunda
ipuçları sunmaktadır. Fosillerin ve birçok bilim dalının araştırmalarından elde
edilen bilgiler yardımıyla hayatın başlangıcı ve evrim anlaşılmaya
çalışılmaktadır.
Canlıların başlangıçtaki durumlarından günümüzdeki çeşitliliğin ortaya
çıkmasına kadar geçirdiği değişimlerin tümü evrim olarak tanımlanır.
Paleontolojik çalışmalar sonucunda bu tabakalar arasında birbirinden farklı
fosillerin bulunduğu ve tabakaların yaşı arttıkça burada bulunan fosillerin
günümüzdeki canlılara daha az benzediği gözlemlenmiştir. Fosillerin
araştırılması ile elde edilen sonuçlar günümüzden milyonlarca yıl önce yaşamış
bazı türlerin zamanla değiştiğini veya yok olduğunu göstermiştir.
Bu nedenle bir türün geçirdiği evrimsel sürecin belirlenmesi, türler arası benzerliklerin gözlemlenmesine ve bu türe benzerlik gösteren fosillerin incelenmesine dayanır.
Fosiller evrimin en güçlü kanıtlarıdır.
Fosiller eski çağlarda yaşamış canlılarla günümüzde var olan canlılar
arasındaki benzerlik ve farklılıkları kıyaslamayı sağlar ve canlılarda ne gibi
değişimlerin olduğunu gösterir.
Canlıların Embriyolojik, Biyokimyasal, Anotomik, Genetik Yapılarındaki
Benzerlik ve Farklılıkların Evrimsel İlişkisi
Doğadaki Değişiklikler Evrimi Nasıl Etkiler?
1. Evrimin açıklamasında embriyolojinin, genetiğin ve biyokimyanın
katkıları nelerdir?
2. Fosiller
evrimin anlaşılmasına nasıl katkıda bulunur?
4. Evrimin
teorisine göre canlılardaki değişmelerin uzun zamanda ve yavaş yavaş gerçekleşmesi
bu konuda araştırma yapan biyologlar için ne gibi sorunlar çıkarır?
5. İnsan
nüfusunun artması sonucu doğada meydana gelen olumsuz etkiler nelerdir? Bunlar
evrim sürecini ve yaşamı nasıl etkiler?
ORTAÖĞRETİM 9.
SINIF BİYOLOJİ KİTABI
İlkel ökaryot...
Bir hücreden çok hücreye... Tek hücrelilerden çok hücrelilere geçiş olarak
kabul edilen Volvox...
Ancak yaşam
denizlerde başlamış ve yakın zamanda (jeolojik devir olarak yaklaşık 500 milyon
yıl önce) karalara geçmiştir.
İLKÖĞRETİM FEN
VE TEKNOLOJİ DERS KİTABI 6
Atın Evrimi... Atın
atası beş parmaklı ve köpek büyüklüğünde bir canlı idi.
ORTAÖĞRETİM 10.
SINIF BİYOLOJİ KİTABI
Bu durum, su
altının farklı koşullarında yaşamda kalmak için geliştirilen evrimsel bir
uyumdur.
Evrimsel
adaptasyonu ise popülasyondaki genetik çeşitlilik sağlar.
Bu soruya, amfibilerin,
kuşların ve memelilerin evrimi göz önüne alınarak cevap bulunabilir.
Bu gruplar evrimsel
süreçte birbirlerinden ayrılmaya başladıklarında...
Onların evrimsel
süreçleri boyunca sıtmaya hiç yakalanmamış olduklarından dolayı...
İLKÖĞRETİM FEN
VE TEKNOLOJİ DERS KİTABI 8
Adaptasyon ve evrim: ... Biyolojik çeşitliliğin ortaya çıkmasında canlıların evrimleşme sürecinin bir göstergesidir. Siz de adaptasyonların biyolojik çeşitliliğe ve evrime sağladığı katkılara örnekler veriniz.
Canlıların
çevresel değişimlere karşı sağladıkları adaptasyonların biyolojik çeşitliliğe
ve evrime katkıda bulunabileceğine örnekler verdik.
ORTAÖĞRETİM
PSİKOLOJİ DERS KİTABI
Zooloji:
Hayvanlardaki embriyonik gelişimi, beslenme, sağlık, davranış, kalıtım ve evrimi,
diğer canlılarla etkileşim ve iletişim konularını inceler.
GÜZEL SANATLAR
VE SPOR LİSELERİ MÜZE EĞİTİMİ -12
İnsan evriminin bilinmeyen noktalarını ortaya çıkarması, özellikle de uzak atalarımıza ait fosil kalıntıları, öğütücüler, kişisel eşyalar, meşaleler, ayak izleri, hayvan kemikleri, testiler, çanaklar ve seramik kapları barındırmasıyla mağaralar, arkeoloji ve antropolojiye geniş bir araştırma imkânı sunar.
Sanat, insanlık
tarihinin her döneminde var olan bir olgudur. İnsanlığın geçirdiği evrim,
insanların yaşama biçimlerini ve yaşama bakışlarını değiştirmiş...
ORTAÖĞRETİM
ASTRONOMİ VE UZAY BİLİMLER DERS KİTABI
Yıldızların
Evrimi, Yıldızların Evrim Aşamaları
Bu kısımda, bir yıldızın evrimini, önemli evrelerini dikkate alarak inceleyeceğiz.
FELSEFE DERS
KİTABI (Allah'ı tenzih ederiz)
... insan, özgür
ve güçlüdür. Onun Tanrı tarafından önceden belirlenen bir özü yoktur...
Varoluşsal varlık, hiçbir şeyden gelmez. Çünkü kendisi dışında hiçbir şey
yoktur. Eğer Tanrı var olsaydı var oluş ve özgürlük olmayacaktı. O halde...
... Tanrı,
dünyadaki kötülükleri önlemek istiyor da gücü yetmiyorsa güçsüzdür. Tanrı'nın
kötülükleri önlemeye gücü yetiyor da önlemek istemiyorsa kötü niyetlidir...
SOSYOLOJİ DERS
KİTABI (Allah'ı tenzih ederiz)
Genel olarak din,
insanların anlayamadıkları, karşısında güçsüz kaldıkları doğa ve toplum olaylarını,
tasarladıkları doğaüstü, gizemsel nitelikli güçlerle açıklamaya yönelmedir. (s.
96)
3. Emperyalizm
maskesi altında demokrasi ve devlet
15 Ağustos 1984'de
Eruh ve Şemdinli'ye yaptığı saldırılardan sonra "Bağımsız Birleşik
Sosyalist Kürdistan" hedefini ilan eden PKK, Maoist bir halk savaşı ile
Türk ordusunu Güneydoğu'dan çıkarmak amacını resmi olarak ilan etmiştir.
1990'ların ilk dönemlerine kadar bu hedef izlenmeye devam etmiş ve Öcalan 50
bin kişilik bir orduya ulaşacaklarını açıklamıştır.57
PKK örgüt
manifestosunda en büyük hedeflerden biri sınıfsız bir toplum yaratmak olarak
geçmekte ve komünist bir Kürdistan oluşturmak için savaş çağrısı yapılmaktadır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, PKK programının 'Kürdistan Devriminin
Görevleri' başlıklı bölümünde, sömürgeci devlet olarak nitelendirilen Türkiye
Cumhuriyeti'nin sunacağı her türlü çözüm arayışlarını (bölgesel özerklik gibi)
reddetmeyi ifade eden bir madde yer almaktadır. Bu reddedişteki amaç, sömürge
devleti olarak kabul edilmiş olan Türkiye'nin mutlaka parçalanması gerektiği
düşüncesidir.58
Öcalan'ın temel hedefi, 50 bin kişilik bir ordu kurup, Maoist bir halk savaşı ile Güneydoğu bölgemizi ele geçirmektir. Emperyalist maske aldatıcıdır, bu hedefte bir değişiklik yoktur. |
Dolayısıyla PKK,
kuruluş amacı gereği de hiçbir zaman demokratik bir çözüm arayışı içinde
olmamıştır.
Komünist ideoloji
demokratik bir zemin altında uzlaşı metodu ile toprak veya hak elde etmeyi
değil, bütün bunları doğrudan silahlı mücadele yoluyla elde etmeyi esas alır.
Devlet yapısının reddedildiği ve devlete ait olan her şeyin düşman olarak
görüldüğü böyle bir anlayışta, anarşi tek ve meşru yöntem olarak görülmekte ve
düzenin değiştirilmesi adına, masum insanların dahi katledilmeleri gayet doğal
karşılanmaktadır. Dolayısıyla komünist terör örgütleri için demokrasi kesin
olarak kabul edilemez bir kavramdır.
Manifestolarında
Maoist bir savaş ile Türk devletini tümüyle yıkmak istediğini açıkça belirten
ve yaklaşık 40 yıl boyunca terör dışında hiçbir yöntem bilmeyen ve komünizmin
gereği olarak demokrasi ve devlet kavramlarına tümüyle savaş açmış olan PKK,
emperyalist maskenin bir "zorunluluğu" olarak zaman içinde farklı bir
söylem geliştirmeye başlamıştır. 50 bin kişilik orduyla Türkiye Cumhuriyeti'ni
yıkma fikri, zaman içinde çeşitli manevralarla değişim geçirerek Türkiye
Cumhuriyeti'nin mutlak varlığı söylemine kadar gelmiştir.
Bunun başlıca
nedenleri:
* Kahpe bir gerilla mücadelesi yöntemi izlemesine rağmen
PKK'nın, Türk ordusu karşısında sürekli ağır darbeler alması, buna karşın
taraftar toplamada güçlükler çekmesidir.
* Öcalan'ın, yakalanmasının hemen akabinde "Devletimin
emrindeyim" sözleri bu mecburi değişimin aslında net ifadesidir. Burada
Öcalan, devleti muhatap alıp devlet ile müzakere yoluna gidileceğine dair ilk
açıklamalarını yapmış, mahkemeleri sırasında da bunu yinelemiştir. Elbette
Öcalan'ın yakalanması ve sonrasında gelişen olayların, hedefteki Büyük
Kürdistan adına, kapsamlı bir Batı derin devlet planı olduğu da aşikardır.
Dolayısıyla zaten belirlenmiş bu plan dahilinde, Öcalan, Batı'nın belirlediği
şekilde söylem geliştirmiş ve Türk devletini kerhen kabul eder hale gelmiştir.
* Silahlı mücadelenin sonuç vermeyeceği noktada izlenmeye
başlayan bu emperyalist politika, zaman içinde Güneydoğu'yu içten içe ele
geçirme çabasına dönüşmüştür. İlk olarak Türkiye hükümetini müzakereye zorlama
düşüncesi ile yola çıkılmış, bunu sağlamak için de tepki toplayacak Marksist
söylemler yerine demokrasi söylemine ağırlık verilmeye başlanmıştır.
* Geçmişte demokrasi kelimesine aşırı tepki gösteren BDP/HDP
yöneticileri, birdenbire demokrasinin en büyük savunucuları haline gelmiştir.
Nitekim Sırrı Süreyya Önder'in, katıldığı bir programda "PKK çok
demokratik bir yapı, bu sözlerim birçok izleyiciyi yerinden hoplatacak ama bu
böyle"59 ifadelerini
kullanması dikkat çekicidir. 40 yıl boyunca kahpece gerilla mücadelesi verip,
tüm demokrasi ilkelerini ezerek çocuk, kadın demeden katliam yapmış bir terör
örgütünün demokratik olduğunun bu kadar umarsızca ifade edilmesi, nasıl bir
oyun oynandığını açıkça gözler önüne sermektedir.
* PKK, demokrasi söyleminin özellikle ABD ve AB'den oldukça
güçlü bir destek alacağını kuşkusuz bilmektedir. Nitekim böyle de olmaktadır.
Türkiye'deki PKK terörünü, "kimlik bunalımındaki bir Kürt hareketi"
olarak tanımlayan bazı naif Batılılar, demokrasi söylemlerinin etkisine anında
girmekte ve bunun büyüsüyle Türkiye'deki kanlı terör gerçeğini bir anda tümüyle
unutmaktadırlar. PKK, Batı'nın demokrasi hassasiyetini kendince ustalıkla
kullanmaktadır.
Bu sebepler ışığında
demokrasi kelimesini sıklıkla dillendirmeye başlayan örgüt, ismini de Kasım
2003 tarihinden itibaren Kongra Gel olarak değiştirecek ve sonraki hedefini de,
"Kürt sorununun çözümü temelinde ayrı bir devlet kurmayı hedeflemeden,
doğrudan demokrasinin egemen olduğu demokratik ekolojik toplum inşa etmek"
olarak belirleyecektir.60 Bunun bir tezahürü olarak da hedef, zaman içinde bağımsız
özerk Kürdistan'dan kantona, kantondan demokratik özerklik söylemine kadar
gitmiş, şimdi ise Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğü içinde bir Kürdistan
konuşulur olmuştur.
Oysa ki buradaki
hedef hiçbir zaman demokrasi veya demokratik bir ülke içinde demokratik bir
özerklik olmamıştır. Hedef, demokrasi kavramını kullanarak kaleyi içten
fethetmektir. Koparıp alamadıkları Güneydoğu'yu yerel yönetimler vesilesiyle
hakimiyet altına alacak, bu arada bağlı oldukları Türkiye Cumhuriyeti'nin
bütünlüğünü savunacak, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti'nin gelirinden, Avrupa
nezdindeki haklarından, ordusundan, eğitiminden, kaynaklarından olabildiğince
faydalanacak ve bu kaynaklar yoluyla güçlenip tek başına hareket eder hale
geleceklerdir. Bunu sağlamak için, ilk başlarda hazır ve güçlü bir devletin
himayesinde olmak elbette işlerine gelmektedir. Adeta Türk ordusunu kullanarak
kendilerine alan hakimiyeti kurmayı hedeflemektedirler. Bütün bunları yaparken
geçici bir süre için bir kenarda Türk bayrağının dalgalanmasına da itiraz
etmeyeceklerdir.
Bunu sadece
Kürdistan söylemleri üzerinden yapmak da göze oldukça batacağı için farklı bir
taktik geliştirmiş, Türkiye'yi 25-26 özerk bölgeye bölmeyi planlamışlardır.
PKK'nın, Öcalan'ın ve HDP gibi partilerin bir süredir dillerinden
düşürmedikleri plan budur. Buna göre her bölge kendi içinde özerk hale gelecek
ve böylelikle bağımsız bir Kürdistan'ın oluşması da o kadar göze batmayacaktır.
Bu vatan hepimizin, vatanın bölünmesine asla iznimiz yoktur. Kardeşçe yaşamak bize yakışır. Üstte: Batman'dan muhteşem bir manzara. |
Bütün bu planı
Diyarbakır Belediye Eski Başkanı Osman Baydemir'in 2010 Temmuz'undaki
konuşmasında açıkça görmek mümkündür:
Demokratik
müreffeh bir Türkiye nasıl olacak? Özerk Doğu Karadeniz olacak, Özerk Orta
Karadeniz olacak, aynı zamanda Özerk Kürdistan olacak... Demokratik Özerklik
projesinde TBMM var, olmaya da kesinlikle devam edecek. Buna hiçbir itiraz yok.
Türk Bayrağı Türkiye'de dalgalanmaya devam edecek, buna da hiçbir itirazımız
yok. Ama bununla birlikte, her bölgede bölgesel parlamento olacaktır. Bu
bölgesel parlamentolardan bir tanesi de Kürdistan Bölgesel Parlamentosu olacak.
Türk Bayrağı'nın yanında, Türkiye bayrağının yanında, benim dedelerimin,
hepimizin dedelerinin de katkısı ile, ödemiş olduğu bedelle elde edilen ve şu
an asılan bayrağın yanında elbette ki Kürt halkının da yerel renkleri, bayrağı
da gökyüzünde olacaktır. Belediye binamızın önünde ay yıldızlı Türk
Bayrağımızla sarı, kırmızı, yeşil bayrağımız dalgalansa ne olur?61 (Milliyet,
01.08.2010)
Ay-yıldızlı bayrağımızı bu yurdun herhangi bir yerinde indirmeye kalkan hain güçler, bu milletin direnci ile mutlaka karşılaşırlar. Ülkemizin kaderinde bölünmek yoktur. Üstte: Diyarbakır'dan bir manzara |
Yapılan bu
açıklamalardaki ikna yöntemine dikkat çekmek gerekmektedir. Baydemir, bu
ifadelerle alttan alta TBMM'nin varlığına ve Türk Bayrağı'nın dalgalanmasına
kendince "izin vermiş" ve aslında temel niyetini açıkça ortaya
koymuştur. Bu, son dönemlerde neredeyse bütün HDP yöneticilerinin kullandığı
bir üslup halini almış, bu vatanın bölünmezliğinin ifadesi olan Ay-yıldızlı
bayrağımız için "sorun değil, bir kenarda dalgalansa da olur" gibi
pervasız bir üslup geliştirilmiştir.
Burada şunu
belirtmek gerekir; Osman Baydemir dahil olmak üzere, BDP-HDP temsilcilerinin
bir kısmı bu üslubu art niyetli olmaksızın veya baskı altında kullanıyor
olabilirler. Fakat konuya PKK'nın hedefleri üzerinden bakıldığında, demokratik
özerklik, kanton, otonomi gibi söylemlerle alttan alta Güneydoğu'da bir Kürt
devleti planlarının yapıldığı açıktır. Bu planın, Türk devletinin parası,
imkanları ve askeri ile gerçekleştirilmesi gibi bir hedefi olduğu da
görülmektedir. Nitekim geçtiğimiz son birkaç yılda PKK'nın doğrudan Türk
devleti ile bir "müzakere" içine girmiş olması, gerilla mücadelesi
ile elde edilemeyenin, böylesine sinsi bir yolla elde edilmesi amaçlıdır ve
epeyce bir yol alınmış gibi görünmektedir. Bu konuya ilerleyen satırlarda
detaylı olarak değinilecektir.
Dipnotlar
20. Gaffar Tetik, Bütün Yönleriyle Komünizme Karşı İslam, s. 254
21. Komünistler Nasıl Yalan Söyler, Dr. Fred C. Schwarz, s. 215-216
22. Necati Alkan, PKK'da semboller, aktörler ve kadınlar, 2012, Karakutu Yayınları, s. 21-22
23. A.g.e. s. 77-78
24. Abdullah Öcalan, Nasıl Yaşamalı, s. 91
25. Necati Alkan, PKK'da semboller, aktörler ve kadınlar, 2012, Karakutu Yayınları, s. 71-72
26. A.g.e. s. 71-72
27. Global Masculinities and Manhood, What makes a man within his own culture, University of Illinois Press, 2013, s. 95
28. A.g.e. s. 104
29. A.g.e. s. 256
30. A.g.e. s. 256
31. A.g.e. s. 258
32. A.g.e. s. 91
33. A.g.e. s. 100-101
34. A.g.e. s. 103
35. Özgür Yaşamla Diyaloglar, Ekim 2002, s. 257
36. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 204
37. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 313
38. Sümer Rahip Devletinden Demokratik Uygarlığa, Cilt 1, Aralık 2001, s. 354
39. A.g.e. s. 105-106
40. http://www.haber365.com/Haber/Ocalan_Islam_Kurtler_Icin_Truva_Ati/
41. A.g.e. s. 115
42. A.g.e. s. 111
43. A.g.e. s. 125-126
44. http://www.washingtonpost.com/blogs /worldviews/wp/2014/10/27/turkey-still-thinks-this-guy-holding-a-baby-bear-is-a-terrorist-is-he
45. Burhan Semiz, PKK ve KCK'nın Din Stratejisi, s. 101
46. A.g.e. s. 95-96
47. A.g.e. s. 125-126
48. A.g.e. s. 132
49. A.g.e. s. 188-189
50. A.g.e. s. 189-190
51. A.g.e. s. 135
52. A.g.e. s. 112
53. A.g.e. s. 135
54. Burhan Semiz, PKK ve KCK'nın Din Stratejisi, Karakutu yayınları, 2013, s. 135
55. MEB, Sosyoloji ders kitabı, s. 96
56. MEB, Felsefe ders kitabı, s. 171
57. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 15
58. Elif Çalışkan Polat, PKK Terör Örgütüne Dış Destek, Çatı Kitapları, 2013, s. 34
59. http://www.milliyet.com.tr/onder-pkk-cok-demokratik-biryapi/siyaset/detay/ 2022602/default.htm
60. Elif Çalışkan Polat, PKK Terör Örgütüne Dış Destek, Çatı Kitapları, 2013, s. 35
61. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 178
Yorumlar
Yorum Gönder