4. BÖLÜM BATI'DA PKK ALGISI
PKK, çeşitli
kılıklar ve söylemler değiştirerek Batı'nın gözüne girmeye çalışırken elbette
Batı'da PKK'ya yönelik bir algı gelişmesi de gecikmemiştir. Yıllardır komünizme
karşı amansız bir mücadele veren, bunun için Sovyetler Birliği ile sonuçları
çok büyük olan bir soğuk savaşın içine bile giren, Vietnam'da, Kore'de savaşan
ABD ve onu destekleyen Batılı güçler, komünist terörist kimliği nedeniyle
PKK'yı terör örgütleri listesine dahil etmişlerdi. Gerçi elbette, PKK'nın
yıllar boyunca Avrupa devletlerinin bir kısmı tarafından desteklendiği, o
ülkelerde örgütlendiği bilinen bir gerçektir. Örgütün, yıllar süren mücadeleye
rağmen tamamen ortadan kaldırılamamasının en önemli sebeplerinden bir tanesi
kuşkusuz aldığı dış destek olmuştur. PKK bu nedenle, yurt içinde
gerçekleştiremediği bir kısım faaliyetleri yurt dışında rahatlıkla
gerçekleştirebilecek ortam bulabilmiştir. Örneğin çeşitli televizyon ve radyo
kanalları vasıtasıyla örgütün propagandası kolaylıkla yapılabilmiş, örgüt
yöneticilerinin yazıları çeşitli dergilerde yer almış, paravan şirketler
vasıtasıyla örgütün finans kaynakları oluşturulabilmiştir. Yurt dışındaki
Marksist parti, dernek ve kurumların bu konuda çabaları ciddi boyutlardadır.
Fakat yine de,
özellikle ABD ve diğer komünizm karşıtı ülkeler, kağıt üzerinde de olsa PKK'nın
Marksist kimliğine büyük ölçüde karşı koymuşlardır. Önceki satırlarda da
belirttiğimiz gibi Batı ülkelerinin bu karşıtlığı zaman içinde PKK'nın işine
gelmemiş, PKK içinde söylem ve görünüm değişikliği bundan sonra kendisini
göstermiştir. Gerçekten de, büyük ölçüde ABD'nin gözüne girme hedefi taşıyan
emperyalizm maskesi, PKK'nın tıkanan yollarını büyük ölçüde açmıştır. Şu anda
ABD'li ve Avrupalı yazarların arasından "PKK'yı terör listesinden
çıkarmayı" önerecek kadar pervasız kimselerin çıkması boşuna değildir.
Burada sorulması gereken soru ise şudur: ABD, gerçekten bu maskeye inanmış
mıdır?
ABD yönetimi ve
derin devleti içinde bu maskeye inananlar olabileceği gibi gerçekte bu maske
pek çoklarının işine gelmiştir. Öyle ki, PKK'nın kimlik değişiminde dahi söz
konusu derin devletin rolü olması kuvvetle muhtemeldir. Dolayısıyla özellikle
Batı'nın PKK'ya bakış açısını iki yönden değerlendirmek gerekmektedir:
1. PKK'yı kullanmak
isteyenler
2. PKK'nın tuzağına
düşenler
1. PKK'yı kullanmak
isteyenler
PKK'nın hedefi, Komünist Kürdistan ve ardından komünist dünya devleti hedefine ulaşmaktır. PKK, bu hedefi gerçekleştirmek için güçlü bir müttefike ihtiyaç duyduğundan ABD'nin himayesine sığınmıştır. ABD'ye karşı sadece rol yapmakta, komünist kimliğini gizleyerek komünist hakimiyete doğru adım adım ilerlemektedir. ABD ise, nasıl bir bela inşa etmekte olduğunun farkında dahi değildir. |
Batı derin
devletlerinin bir kısım şahin kanadı, Ortadoğu'daki tüm aktörlerden, onların
gelişim stratejileri ve hedeflerinden haberdardırlar. Kitabın başında
anlattığımız özellikle Evanjelik yeni muhafazakar kanadın belli bir kesimini
oluşturan bu kişiler, kuşkusuz ki PKK'nın Marksist özünden hiçbir şekilde
kopmadığını, örgütün hedefinin dört ülke üzerinde oluşturacakları bir Komünist
Kürdistan ile komünist dünya devletine ulaşmak olduğunu, bu hedef dahilinde
ABD'ye yönelik sadece rol yapıldığını ve asıl amacın bütün komünist ülke ve
örgütlerle bir araya gelip emperyalizmi yok etme düşüncesi olduğunu
bilmektedirler. Bu gerçeğe rağmen, Amerika destekçisi, demokratik bir Kürdistan
oluşturmak için PKK'yı kullanmaktadırlar. Çünkü onlar için, Amerika yanlısı bir
demokratik Kürdistan'ın kağıt üzerinde oluşmasından hemen sonra ilk harcanacak
örgüt PKK olacaktır. Söz konusu kesim, PKK'ya verdikleri yardım ve desteğin
kesilmesi ve yönetimin doğrudan ABD'nin eline geçmesinin ardından bölgede
PKK'nın hiçbir şekilde hakimiyeti kalmayacağına inanmakta ve örgütü kolayca saf
dışı edebileceklerini düşünmektedirler.
Bu noktada, söz
konusu Neocon kesimin çok büyük sonuçlara mal olacak bir yanılgısı vardır.
Yanılgı, komünizm tehdidinin boyutlarını fark edememekten kaynaklanmaktadır. Şu
bir gerçektir ki, PKK, Amerika'nın desteğini alıp bölgede kendi planlarına
uygun bir Komünist Kürdistan kurduktan sonra, yıllar boyunca alttan alta
bağlantıda olduğu komünist örgüt ve ülkelerin de desteği ile güçlü bir bölge
hakimiyetine geçiş yapacaktır. Bunun için Avrupa komünist örgüt ve
partilerinden de destek alacak, yaygınlaşma politikasını ciddi şekilde
artırabilecektir. Komünizm, ideolojik bir sistem olduğu için ideolojik altyapı
ve destekçilerini daima bulacaktır. İşte bu altyapı vesilesi ile, ABD'ye karşı
komünist bir birlik olarak ortaya çıkmaları mümkün olabilecektir. ABD, hedefine
ulaşmak için PKK'yı kullanma peşinde iken, aslında PKK ABD'yi kullanmış
olacaktır. İşte o zaman ABD'nin söz konusu kesimi, karşı olduklarını iddia
ettikleri komünizmi kendi elleriyle beslemiş ve dünyaya hakim olmaya hazırlanan
bir komünist ülkeyi kendi elleriyle inşa etmiş olacaklardır.
2. PKK'nın tuzağına düşenler
Batı'da, demokratik
bir Kürdistan oluşturmanın en kolay yolunun PKK'ya destek vermek olduğunu
zanneden ve daha da vahimi PKK'yı bir Kürt etnik hareketi olarak tanımlayan,
PKK'nın ciddi şekilde tuzağına düşmüş bir kesim olduğu da bir gerçektir. Bu propaganda,
daha çok PKK'nın bir parçası olan Suriye'deki PYD üzerinden yapılmaktadır.
Çünkü PYD, PKK gibi çeşitli ülkelerin terör listelerinde değildir ve PYD
üzerinden yapılan spekülasyonlar bu nedenle kolaylaşmıştır. Bu konu ilerleyen
satırlarda daha detaylı incelenecektir. Şimdi, Batı'nın, PKK'nın gerçek yüzünü
gerek bilerek gerekse bilmeyerek verdiği desteğin boyutlarını inceleyelim.
Batı'nın Kobani
hassasiyeti
Batı'nın Kobani hasassiyeti oldukça dikkat çekici olmuştur. Koalisyon sadece bu bölgeye yoğunlaşırken, Batı ülkeleri içinde de güçlü bir propaganda yaygınlaştırılmıştır. Bunun tek sebebi, Batı'nın asıl hassasiyet alanının Ortadoğu'dan çok Kürt bölgesi oluşudur. |
Kürdistan
planlarının somut anlamda başlangıç noktası olan I. Dünya Savaşı sonrasından
günümüze geldiğimizde, elbette artık NATO, BM gibi uluslararası ittifaklar
nedeniyle Ortadoğu'daki planlar geçmişteki kadar aleni dile getirilmemektedir.
Sykes-Picot gibi gizli anlaşmalar veya Sevr gibi ürkütücü mutabakatlar belki
günümüzde yoktur; fakat uygulanmak istenen plan aynıdır.
Söz konusu plan
dahilinde, mevcut Kürt bölgelerine olan Batı hassasiyetini aslında yakın
zamanda tüm çıplaklığıyla bir kez daha görmek mümkün olmuştur. 2011'de başlayan
Arap Baharı protestolarının özellikle Suriye'yi derinden vurup yıkıma
götürdüğünü biliyoruz. Temelde beş ayrı bölüme ayrılmış olan ve hala
parçalanmakta olan Suriye toprakları üzerinde güçlenen IŞİD (Irak Şam İslam
Devleti veya yeni adıyla İslam Devleti), hem Irak hem de Suriye'de temel
stratejik bölgeleri tümüyle ele geçirdi. İlginçtir ki IŞİD, Suriye'de Rakka,
Deyr ez Zor gibi hem petrol hem de sınır açısından stratejik bölgeleri ele
geçirirken; Irak'ta Felluce, Ramadi, Tikrit ve Musul'u tümüyle işgal edip
Türkmen bölgeleri Tuzhurmatu ve Beylice'yi hakimiyeti altına almışken; Anbar
vilayetinde ilerlemesini sürdürüp, başkent Bağdat'a oldukça yaklaşmışken sesini
çıkarmayan Batı, IŞİD'in mevcut planlarını değiştirip Kürt bölgelerini
hedeflemeye başlamasıyla birlikte hemen harekete geçmiştir. Ortadoğu'daki
neredeyse tüm işgallere ciddi anlamda kayıtsız kalan Batı, Irak'ta Kürt
bölgesine yönelik bir atak sezildiğinde, hiç tereddüt etmeden bu bölgelerin
korunması için bir koalisyon gücü hazırlamıştır.
İkinci ve asıl
hareketlenme ise IŞİD'in Suriye'deki Kürt kantonu Kobani'ye yönelik
saldırısında gerçekleşmiştir.
Suriye ve Irak'ın büyük şehirleri işgal edilmişken tepki vermeyen Batı, YPG idaresindeki küçük bir kasaba olan Kobani işgalinde, gerek koalisyon güçleri gerek basınıyla hemen harekete geçmiştir. Kobani halkı elbette korunmalıdır ve Türkiye bu görevi tek başına üstlenmiştir. Ayrıca koalisyon güçlerinin saldırıları hiçbir yerde tasvip edeceğimiz bir şey değildir. Burada eleştiri noktamız Batı'nın hassasiyet alanlarıdır. |
Hatırlanacağı gibi
IŞİD, Kobani kantonunda, sivillerin geçişine izin verdikten sonra, o bölgenin
kontrolünü elinde bulunduran PYD'ye yönelik bir gerilla operasyonu başlatmıştı.
Koalisyon güçleri tereddütsüz ve oldukça seri bir biçimde PYD'nin (PKK terör
örgütünün Suriye kolu) yanında yer aldı ve işgal altındaki bölgeleri
bombalamaya ve PYD'nin silahlı gücü olan YPG'ye silah yardımı yapmaya başladı.
Bu arada bütün Batı basını ağız birliği etmişçesine Kobani'yi gündem yapmakta,
dünyada görülmemiş bir felaket yaşandığı izlenimi vermekte, ana akım TV
kanalları neredeyse sadece bu konuyu dile getirmekteydi. Sosyal medyada,
benzerine az rastlanır bir Kobani'ye destek kampanyası başlatıldı. Sanki
IŞİD'in ele geçirdiği topraklar sadece bu küçük kasabadan ibaretmiş gibi
olağanüstü bir uluslararası ayaklanma başlatıldı. Oysa bütün bunlar olurken
"İslami bir devlet" kurduklarını açıklayan IŞİD, Irak ve Suriye'nin
kilit şehirlerinde kendi düzenini kurmuş, kendi ordusunu oluşturmuş, kendi
eğitim sistemini müfredata almış, kendi kanunlarını devreye sokmuş ve kendi
yargı sistemini kurmuştu. Fakat kimse bu bölgelerden bahsetmiyordu bile.
Kobani işgali sırasında Türkiye'ye yönelik eleştiriler son derece samimiyetsizdir. İşgalden sonra duyarlılık gösteren tek ülke Türkiye olmuş, tek bir gün içinde iki yüz binden fazla Kürt kardeşimizi konuk etmiştir. Bu kardeşlerimizin büyük çoğunluğu hala özel inşa edilen kamplarda Türk hükümetinin himayesi altındadırlar. |
Elbette, kasaba veya
şehir, köy veya ülke olsun hiçbir bölgede hiç kimsenin mağdur olmasını istemeyiz.
Kobani'deki halk bizim halkımızdır. Nitekim Kobani işgalinin hemen sonrasında
insani anlamda duyarlılık gösteren tek ülke Türkiye olmuştur. 200 bine yakın
Kobanili Kürt bir gecede mülteci olarak ülkemize kabul edilmiştir. Dolayısıyla
Kobani halkı koruma altına zaten alınmıştır.
Şunu da ayrıca
belirtmek gerekir ki, bizlerin, IŞİD'e karşı bir askeri eylem için oluşturulmuş
koalisyon güçlerinin de taraftarı olmamız mümkün değildir. Söz konusu
koalisyonun IŞİD'i etkisizleştirmek için Musul, Rakka veya başka bir bölgeye
yönelik askeri eylem içinde olmasını desteklemediğimiz gibi, Kobani'ye yönelik
saldırıları da desteklememiz imkansızdır. Bölgeye çözüm ve barış silahla değil
ancak akılcı bir ilmi yaklaşımla olabilir. Unutulmamalıdır ki tarih boyunca barış
hiçbir zaman savaşla gelmemiş, silah hiçbir zaman çözüm getirmemiştir;
getirmesi de mümkün değildir.
Burada dikkat çekmek
istediğimiz Batı'nın hassasiyet alanlarıdır. Koalisyon güçlerinin sadece Kürt
bölgeleri konusunda hiç vakit kaybetmeksizin harekete geçmeleri, Batı için en
hayati noktaların bu bölgeler olduğunu bir kez daha teyit etmektedir. Suriye ve
Irak topraklarının karışıklığa uğraması, parçalanıp bölünmesi pek de fazla
ciddiye alınmamıştır. Çünkü plana göre, Ortadoğu'nun zaten çeşitli faktörlerle
bu hale gelmesi, hatta İncil'e göre defalarca yıkılıp tekrar tekrar inşa
edilmesi gerekmektedir. Burada söz konusu kesimlerin hatası, İncil'de geçen ve
kader dahilinde zaten gerçekleşecek, hatta pek çoğu gerçekleşmiş olan bu ahir
zaman alametlerini kendi elleriyle oluşturmaya çalışmalarıdır. Nitekim
koalisyon güçlerinin, Kobani'deki IŞİD işgaline tereddütsüz ve anında müdahale
ederken, 4. yılını neredeyse bitiren ve adeta bir trajediye dönüşen Suriye iç
savaşına hiç ses çıkarmamaları bundandır.
Batı'ya göre,
istikrar gösterip kendi başına bağımsızlık alması ve güçlenmesi beklenen Kürt
bölgeleri, beklenmedik IŞİD saldırısı sonucunda ciddi yara almıştır. Elbette
Kürt bölgelerinin böyle bir duruma düşmesi istediğimiz bir şey değildir. Burada
bu konunun özellikle belirtilmesinin nedeni, 100 yıldır geliştirilen ve
uygulamada olan planın, beklenmedik bir şekilde sekteye uğramasıdır. Özellikle
bir kısım Neoconların bu konuda duydukları panik, bu anlamda
değerlendirilmelidir.
Tüm Ortadoğu kan ağlarken, Batı'nın beklenmedik bir yoğunlukta Kobani propagandası yapmasının hatta solda görülen afişlerdeki gibi "Dünya Kobani Günü" ilan edilmesinin tek sebebi, bu kasabanın, Batı'nın hayalini kurduğu Büyük Kürdistan sınırları içinde olmasıdır. |
Bu arada IŞİD'in
gerçekte, İslami kaynaklara bakıldığında "beklenen" bir ahir zaman
alameti olduğu gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Ahir zamanda Hz. Mehdi (as)'ın
çıkışı için gerçekleşecek olan "doğum sancılarından" bir tanesi de
budur. Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru öncesi, dünyaya felaket üzerine felaket
yağacak, zorluklar peş peşe gelecek, insanlar maddi ve manevi korkunç bir
çöküşe sürükleneceklerdir. İşte bu alametlerin belki de en dikkat çekenlerinden
biri olan IŞİD, tüm detayları ile hadislerde tarif edilmiştir. Bu tarife göre,
Ortadoğu'da "yenilemeyecek" bir güç olarak ortaya çıkacak ve ancak ve
ancak Hz. Mehdi (as)'ın zuhuru sonrası ona tabi olarak, Hz. Mehdi (as)'ın sözü
ile şiddete son verecektir.
PEYGAMBERİMİZ (SAV),
BUGÜN IRAK'TA YAŞANAN OLAYLARI VE IŞİD'İ1400 YIL ÖNCE HABER VERMİŞTİR
1. DOĞU TARAFINDAN
SİYAH BAYRAKLILAR ÇIKACAK
Horasan'da (DOĞU'DA) SİYAH BAYRAKLAR ZUHUR ETTİĞİNDE... (Gaybet-i Numani, sf.
228)
2. YİNE DOĞU'DAN BU
KEZ DAHA KÜÇÜK SİYAH BAYRAKLI BİR GRUP ÇIKACAK
... Onlar bir süre devam ettikten sonra, YİNE DOĞU'DAN BU KEZ KÜÇÜK SİYAH BAYRAKLAR
ÇIKAR... (Celâleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân
Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis no. 7.77)
3. SİYAH
BAYRAKLILARIN ORTAYA ÇIKIŞINDAN ÖNCE SURİYE'DE ÇATIŞMALAR OLACAK
Üç alametin ardından imam kaim (Mehdi as)'ın çıkışını bekleyin.
Kendisine sordular: "Bu alametler nelerdir?”
SURİYELİLERİN
KARŞILIKLI ANLAŞMAZLIKLARI, Horasan'dan siyah bayrakların çıkmasıve
Ramazan ayında korku. (Bihârü'l-Envâr, 14)
4. SİYAH BAYRAKLILAR
SURİYE'DE BULUNACAKLAR
... Ve yine ŞAM'DAN (SURİYE'DEN) KÜÇÜK SİYAH BAYRAKLI BİR ADAM görüldüğünde...
(Celâleddin Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri,
s.61, hadis no: 7.8)
... (Mehdi'nin çıkışının) diğer bir alameti de, SİYAH BAYRAKLI ORDUNUN
ASKERLERİNİN, ATLARINI ŞAM'DAKİ ZEYTİN AĞAÇLARINA bağlamalarıdır...
(El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-İl Mehdiyy-İl Muntazar, s. 23)
5. ESAD İLE
SAVAŞACAKLAR
... EBU SÜFYAN'IN SOYUNDAN BİR ADAMLA (BEŞER ESAD İLE) SAVAŞIRLAR... (El-Kavlu'l
Muhtasar Fi Alamet-İl Mehdiyy-İl Muntazar, s. 29)
6. SURİYE'DEN SONRA
IRAK'A YÖNELECEKLER
BENİ ABBAS'A AİT
(IRAK) SİYAH BAYRAKLAR çıkar … (Nuaym bin Hammad, Kitab al-fiten)
(Siyah Bayraklılar) FIRAT KIYILARINDAKİ ŞEHİRLERİNDE, KARADA VE DENİZDE ONLARI (KENDİLERİNE
KARŞI GELENLERİ) ÖLDÜRECEKLERDİR. (Gaybet-i Numani, sf. 327)
7. ÇOK HIZLI NETİCE
ALACAKLARDIR
Onlar o durumda iken Horasan taraflarından bayraklar gelecek, ONLAR SÜRATLE HAREKET
EDECEKLER. (Gaybet-i Numani, sf. 327)
Oradan bir ordu ile geri dönüp Kufe'yi ve Basra'yı BİR GECEDE
ELİNE GEÇİRECEK... (Kitab El Haft El Şerif, s.174)
8. GİRDİKLERİ
ŞEHİRLER ADETA KENDİLERİNE TAKDİM EDİLECEKTİR
Kendilerine bu verilmediğinde savaşarak zafer kazanacak ve İSTEDİKLERİ KENDİLERİNE
TAKDİM EDİLECEKTİR. (Meclisî, Bihârü'l-Envâr, c.51, s.87)
9. SAÇLARI VE
SAKALLARI UZUN OLACAKTIR
Onun (siyah bayraklıların kumandanı) ASKERLERİNİN SAÇLARI VE BIYIKLARI ÇOK UZUN
OLACAK, elbiseleri siyahtır ve ONLAR KARA BAYRAKLARIN ADAMIDIRLAR. (Gaybeti Numani, sf. 303)
10. TOPLU KIYIMLAR
YAPACAKLARDIR
Allah taş kalpli ve soyu belli olmayan birini gönderecek ve
zaferler onunla olacak... ONLARI (kendilerine karşı gelenleri) HİÇBİR FARK GÖZETMEKSİZİN TOPLUCA
ÖLDÜRECEKLERDİR. (Gaybeti Numani, sf. 303)
11. KUFE'YE DOĞRU
İLERLEYECEKLER
Horasan'dan çıkan SİYAH BAYRAKLILAR KÜFE'YE İNER... (Celâleddin Suyuti'nin
Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis no: 7.12)
12. ŞİDDETİN VE
ÇATIŞMALARIN ARTMASI SEBEBİYLE İNSANLAR MEHDİ'Yİ TEMENNİ EDECEK HALE GELECEK
Büyük bir savaş olur. Neticede siyah bayraklılar galip gelir. Süfyani
kuvvetleri kaçar. İŞTE
O ZAMAN İNSANLAR MEHDİ'Yİ TEMENNİ EDERLER VE ARARLAR. (Celâleddin
Suyuti'nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zamân Mehdisinin Alametleri, s.61, hadis
no: 7.26)
13. SİYAH
BAYRAKLILAR SONUNDA MEHDİ'YE TABİ OLACAKLARDIR
ve MEHDİ'NİN İTAATINA
GİRERLER. (İmam-ı Suyûtî)
Fakat bunu kabul etmeyip EHL-İ BEYT'İMDEN (BENİM SOYUMDAN) OLAN MEHDİ (AS)'A
VERECEKLERDİR... (Meclisî, Bihârü'l-envâr, c.51, s.87)
14. MEHDİ DEVRİNDE
SAVAŞLAR TAMAMEN SON BULUR VE TEK DAMLA KAN DAHİ AKMAZ
Mehdi'nin en önemli özelliklerinden beri asla kan akıtmamasıdır.
Kan akıtan, savaşan, zulmeden Mehdi değildir. Bu tip sahte Mehdiler yenilgiye
mahkumdur.
(Mehdi'nin) Adaleti o denli olur ki, UYKUDA OLAN BİR KİMSE DAHİ UYANDIRILMAZ VE
BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. (Meclisî, Bihârü'l-envâr, c.51, s.87)
HARP (ERBABI)
AĞIRLIKLARINI (YANİ SİLAH VE SAİREYİ) BIRAKIR. Hiçbir kimse
arasında bir düşmanlık kalmayacaktır. Ve bütün düşmanlıklar, boğuşmalar,
hasetleşmeler muhakkak kaybolup gidecektir. (İmam Şarani, Ölüm-KıyametAhiret ve
Ahir Zaman Alametleri, s. 496)
PYD üzerine
spekülasyonlar
Kobani koruyuculuğu
konusunda en dikkat çeken unsur ise Suriye Kürt bölgesinin yönetimini elinde
barındıran PYD (Partiya Yekîtiya Demokrat) üzerine yapılan spekülasyonlar
olmuştur. Özellikle Batı medyası ve bir kısım Neocon yazarlar tarafından
yapılan bu yönlendirme kimi zaman kasıtlıdır kimi zaman da bilgisizlikten
kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu konuda pek az kişinin bildiği bazı unsurların
açıklanması gerekmektedir.
PYD, 2003 yılında
kurulan ve PKK'nın uzantısı olan bir örgüttür. Öcalan ve diğer PKK liderlerinin
1998 yılında Türkiye'nin baskısıyla, Suriye'yi terk etmek zorunda
bırakılmalarından sonra geride kalan PKK'lılar tarafından kurulmuştur. YPG,
PYD'nin silahlı koludur. PYD, her ne kadar şu günlerde tıpkı PKK gibi
emperyalizm maskesi takmış olsa da, yine tıpkı PKK gibi Leninist ve
komünisttir. Her iki grubun da lideri Abdullah Öcalan'dır. Resmi tanımlarında,
PKK'ya bağlı bir örgüt olarak kuruldukları, Öcalan'ı ideolojik liderleri olarak
kabul ettikleri ve Kongra-Gel'i (PKK'nın siyasi yapılanması) "Kürt
halkının en yüksek yasama organı olarak gördükleri" belirtilmektedir.
Nitekim KCK soruşturması kapsamında (PKK'nın şehir yapılanması olarak
adlandırılan KCK, aslında PKK'nın sözde devlet yapılanmasıdır. Bu yapılanmayla
ilgili olarak Nisan 2009 tarihinde Türkiye'de soruşturma başlatılmıştır.
Kitabın ilerleyen sayfalarında KCK ile ilgili detaylar belirtilmiştir) 2012
yılında hazırlanan ikinci iddianamede PYD ile ilgili bilgilere de yer verilmiştir.
İddianamede, Öcalan'ın Nisan 2011'de avukatları aracılığıyla Beşar Esad'a bir
işbirliği mektubu gönderdiği, mektupta PYD'ye ülkenin kuzeyinde sağlanacak
idari yetkiler karşılığında örgütün rejimi destekleyeceğinin ifade edildiği
bilgisi yer almaktadır. 62
Solda, PYD'nin silahlı kolu olan YPG militanları görülüyor. Sağda, PYD Eş Başkanları Salih Müslim ve Asya Abdullah Öcalan posterleriyle görülüyor. |
Yine 2014 yılı Ekim
ayında, Mardin 2. Ağır Ceza Mahkemesi, Türkiye'ye getirilen bir Rojavalı için
YPG'li olduğu iddiasıyla "terör örgütüne" üye olmak suçundan hapis
cezası vermiştir. Mahkemenin bu kararıyla "terör örgütü" listesinde yer
almayan PYD ve YPG, resmen "terör örgütü" olarak kabul edilmiştir.
Nitekim PYD Eş
Başkanı Salih Müslim verdiği konferansları Öcalan posterleri altında
gerçekleştirmekte, diğer Eş Başkan Asya Abdullah örgütü doğrudan Kandil'den
yönetmekte, YPG militanları ceplerinde ve evlerinde Öcalan'ın resmini
taşımaktadırlar.
Bu konuda Emekli
tümgeneral Armağan Kuloğlu'nun açıklamaları ise şu şekildedir:
YPG başlı başına
terör örgütü olarak kurulmuş bir terör örgütü değil. PKK'nın Suriye'nin
kuzeyindeki bir uzantısı. Suriye'nin kuzeyindeki olaylar patlak verince,
kuzeyde bir Kürt oluşumu ortaya çıktı. YPG de o bölgenin kontrolünü sağlayan,
oradaki halkı kontrol eden bir örgüt olarak PKK tarafından kuruldu. PKK'nın
uzantısı, onun kontrolünde olan bir örgüt. PKK bir terör örgütü olduğuna göre,
YPG de bir terör örgütüdür.63
PYD/YPG'yi PKK'dan bağımsız göstermeye çalışanlar ya bilgisizdirler ya da gerçeği görmezden gelmektedirler. YPG toplantıları Öcalan posterleri eşliğinde gerçekleştirilmekte, YPG militanları ceplerinde ve evlerinde Öcalan'ın resmini bulundurmakta, Öcalan'ın kitaplarını okumaktadırlar. |
Irak Kürdistan Özerk
Bölgesi Başkanı Mesut Barzani, PYD'yi, Suriye yönetimiyle işbirliği içerisinde
Rojava'ya silah zoruyla el koymakla suçlamaktadır ve PYD'nin antidemokratik
uygulamalarını sürekli olarak dile getirmektedir. Barzani,
"Her geçen gün belirsiz birtakım bahanelerle
silahlanıyorlar... Serbest seçimler yapılmadıkça hiçbir grubun kendisini
başkalarına dayatma hakkı bulunmamaktadır. Suriye Kürtlerinin gerçek temsilcisi
yalnızca Yüksek Kürt Konseyi'dir"64 dese de PKK bu sözleri hiç önemsememektedir.
Barzani'nin, "PYD, bizim oluşturmaya çalıştığımız ittifakı bozdu ve
bölgede sadece kendisinin istediği bir siyaset yürütmeye başladı. PYD, Suriye
Kürdistan Demokrat Partisi'nin yöneticileri ve üyelerine yönelik gözaltı,
tutuklama, sınır dışı etme ve saldırma politikalarına ara vermeden devam etti
ve bunu gittikçe genişletiyor. PYD'nin, bu tekçi ve meşru olmayan siyaseti
nedeniyle bölgede demokratik bir sistem kurulamadı. Rojava'daki durum, rejimin
kontrolü altındakilerden daha kötü hale geldi. Siyasi özgürlüğün olmadığı
Rojava'da talepler şiddetle bastırılıyor, Rojava halkı diktatörce yönetilmeye
çalışılıyor" 65 tespitleri
oldukça önemli ve doğrudur.
Peşmerge komutanı
Binbaşı Muhammet Hasan'ın, PYD'nin, kontrol ettiği sınır bölgesini ticari bir
yola dönüştürdüğünü, sınırı geçen kişilerden gümrük vergisi adı altında para
aldığını belirtmesi, PKK/PYD'nin Kürtlere hayatı nasıl zindan ettiğini gösteren
önemli bir husustur.
Tankın üstünde PKK ve YPG militanları yanyana poz veriyor. |
İlginçtir ki,
günümüze kadar neredeyse tüm siyasilerin bildiği bir gerçek olan ve PYD'nin
kendisi tarafından açıkça ifade edilen PKK-PYD bağlantısı bugün her nedense bir
kısım kişiler ve ülkeler tarafından inkar edilmektedir.
Batı'da pek çok siyasetçi ve yazarın, Suriye'deki PYD gerçeğinden habersiz oldukları da açıkça görülmektedir. Onlara göre Türkiye'nin Güneydoğu'sunda ve Suriye'nin kuzeyinde Kürt etnik kökeninde insanlar vardır ve bu insanlar sadece birer özgürlük savaşı vermektedirler. İşte bu bilgisizlikten dolayı, bu "özgürlük savaşçılarının" Türkiye tarafından neden tepkiyle karşılandığı, Kobani eylemleri sırasında neden Türkiye'nin o bölgede "Kürt savaşçıları" olarak gösterilen teröristlere destek vermediği anlaşılamamaktadır. Kıyasıya Türk hükümetine yönelik bir "etnik ayırımcılık" suçlaması yöneltmektedirler. İşin ilginç yanı, Türkiye'deki siyasetçi ve yazarlar arasında bile bunu yapanlar vardır.
İşin gerçeği ise
şudur: Kobani'de IŞİD'e karşı savaşanlar "Kürt savaşçılar" falan
değil, PKK'nın uzantısı olan terörist bir gruptur. PKK, yaklaşık 40 yıldır
Türkiye'de bölücülük propagandası yapmış, haince arkadan saldırmış, özellikle
"Kürt vatandaşlarımıza" dehşet yaşatmış ve on binlerce askerimizi
şehit etmiş kalleş bir terör örgütüdür. Böyle bir terör örgütüne Kobani'de
Türkiye'nin yardım etmesini istemek, olağanüstü derecede bir şuur kapalılığı
veya art niyet gerektirir. Türk hükümeti, kendisini yıllardır enseden vuran,
ülkesini bölmeye çalışan, hain ve kalleş bir terör örgütüne elbette ki yardım
etmeyecektir. Türkiye oradaki mazlum halkı zaten himayesine almıştır. Kobani'de
IŞİD ile savaşanlar ise, Türk halkının otuz yıldan fazla bir zamandır düşmanı
olan topluluğun ta kendisidir.
Kuşkusuz Türkiye'yi
ayırımcılık yapmakla suçlayanlar sadece bu konuda bilgisiz olan kişiler
değildir. PYD'nin gerçek mahiyetini çok iyi bilmesine rağmen, o bölgede bir
Kürt devletinin oluşması için elinden geleni yapmaya hazır bir kısım
istihbaratçılar, siyasetçiler ve yazarlar; buradaki durumu kendi lehlerine
kullanma telaşı içindedirler. Nitekim bunu yapabilmek için neredeyse bütün ana
akım medya kullanılmış, Avrupalı ve Amerikalı siyasetçilerden Türk hükümetine
yönelik bu konuda ciddi eleştiriler umarsızca yöneltilmiştir. Defalarca
Türkiye'nin neden YPG'li teröristlere yardım etmediği sorgulanmış ve Türkiye bu
dönemde adeta uluslararası bir diktatörlük tarafından baskı altına alınmıştır.
Türkiye şu anda, dünya tarihinde, "yıllardır vatandaşını öldürmüş eli
kanlı teröristlere neden yardım etmiyorsun" diye sorgulanan belki de tek
ülke konumundadır. Bu olağanüstü garip durum nedense kimse tarafından ciddi
anlamda dile getirilememiş, Türkiye, özellikle uluslararası medya diktatörlüğü
tarafından ustaca planlanan ve uygulanan bir karalama kampanyasının hedefi
olmuştur.
Şunu belirtelim;
PKK, Türkiye'nin güneydoğusunda yıllardır özellikle Kürt kardeşlerimizi baskı
altına almıştır ve katlettiği insanların büyük çoğunluğu Kürt'tür. Aynı durum
Suriye'nin kuzeyindeki Rojova bölgesi için de geçerlidir. Buradaki Kürt
kardeşlerimiz, PKK'nın uzantısı olan PYD'nin dehşetli baskısı altında yıllardır
ezilmektedir.
Suriye'de Kürtlere PYD
baskısı
PKK ve PYD aynı silahlı terör örgütüdür. Biri Türkiye'de diğeri ise Suriye'de yıllarca özellikle Kürtlere baskı uygulamış ve komünist düzeni inşa etmeye çalışmışlardır. |
Suriye iç savaşının
ilk başladığı yıllarda, Rojova bölgesinden Türkiye'ye ulaşan ilk Kürt
mülteciler, Cezire kantonundan gelmişlerdir. Bu kardeşlerimiz açıkça, Esad'ın
zulmünden değil, PYD'nin zulmünden kaçtıklarını belirtmişlerdir. Nitekim PYD,
yukarıda bahsini ettiğimiz Öcalan'ın Beşar Esad'la ittifak taahhüdü gereğince
Suriye'de Esad ile işbirliği içindedir. Bu nedenle, söz konusu bölgelere o
dönemde Esad'ın bir saldırısı olmamıştır. Sonrasında da ülkedeki karışıklığı
fırsat bilenler, yıllardır maruz kaldıkları PYD zulmünden kaçabilmek için bu
fırsatı değerlendirmiş ve Türkiye'ye sığınmışlardır. Dolayısıyla PYD,
uluslararası camiaya vermek istediği görüntünün tamamen aksine, tıpkı PKK gibi,
kendi halkına zulmeden ve kendi egemenliği altındaki topraklarda Leninist bir
sistem kurmuş olan oldukça tehlikeli komünist bir terör örgütüdür.
Suriye'deki Kürt
bölgesi olan Rojava'da dindar Kürt halkı adına konuşan Suriye Kürt İslam
Cephesi (Cephetül İslami Kurdi) Lideri Ebu Abdullah'ın, "Esed zindanlarından çıktık, PYD zindanlarına girdik, ikisi bizim
için aynıdır" 66 sözleri oldukça büyük önem taşımaktadır.
Nitekim Kobani'de
yaşananların ardından dindar Kürtler, PKK'yı asla tasvip etmediklerine dair çıkarmış
oldukları basın bülteninde şöyle söylemişlerdir: "Hiç şüphe yoktur ki; Müslümanların Kobani'den tavşan gibi kaçan
bu korkak çetelere (PKK'lılara) cevap verecek kuvvet ve kudreti vardır." 67
Görülebileceği gibi
Suriye Kürt bölgesi olan Rojova'daki Kürt halkı, idareyi elinde tutan PYD'yi
bir bela gibi görmekte ve PYD'nin baskısından kurtulmak istemektedir. Aynı
durumun Türkiye için de geçerli olduğunu, Türkiye'deki Kürtlerle PKK'nın hiçbir
zaman aynı kabul edilemeyeceğini, Türkiye'deki Kürtlerin de daima PKK'nın
hedeflerinden biri olduğunu burada tekrar hatırlatmak gerekmektedir.
Suriye Kürt
bölgesindeki söz konusu durumu delillendirmek için İnsan Hakları İzleme
Örgütü'nün (HRW - Human Rights Watch) 2014 tarihli 108 sayfalık raporu da büyük
önem taşımaktadır. Suriye'de Kobani ve Cezire kantonlarındaki durumun
incelendiği bu rapora göre, bölgeye hakim PYD güçleri, keyfi tutuklamalar,
yasal hakları ihlal, faili meçhul ölümler ve kaçırılmalarla ilgili sorumlu
tutulmaktadır. İhtiyatlı ve yumuşak bir dille hazırlanmaya çalışılmasına rağmen
rapordan oldukça ürkütücü bir tablo çıkmaktadır. İşkence sorunu, kişi hak ve
özgürlüklerinin sınırlanması, adalet sisteminin işlememesi neredeyse her
satırda ön plandadır.
Suriye'nin Kürt bölgesi olan Rojava'daki YPG militanları, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporunda da belgelediği şekilde kendi halklarına insanlık dışı uygulamalarda bulunmaktadırlar. Suriye'de Kürt halkı, Esad'ın saldırılarından çok önce, PYD baskısından kaçarak Türkiye'ye sığınmışlardır. |
Cezaevlerindeki bir
kısım suçlularla görüşen İnsan Hakları İzleme Örgütü temsilcileri, buradaki
mahkumların herhangi bir tutuklama emri olmaksızın alıkonulduklarını,
avukatlarıyla görüştürülmelerinin engellendiğini ve yargı önüne
çıkarılmadıklarını belirtmişlerdir. Mahkûmlar, hapishanede sürekli yetkililer
tarafından darba maruz kalmaktadırlar. Tutuklamaların genellikle sadece
iftiralara dayandığı, itirafların ise işkence altında alındığı anlaşılmaktadır.
Muhalif olan neredeyse her ses susturulmaya çalışılmıştır. Gözaltında şüpheli
ölüm vakaları ise çok fazladır.
Raporda ayrıca
çocukların ellerine silah verilip militan olarak kullanıldıkları belirtilmiş,
toplumsal olayların daima kanlı şekilde bastırıldığına dikkat çekilmiş ve tüm
bunların yanı sıra onlarca insan hakları ihlali sayılmıştır. Söz konusu değerlendirmede,
PYD'nin doğrudan Türkiye'deki PKK terör örgütünün bir parçası olduğu açıkça
vurgulanmakta, Suriye hükümetinin iç karışıklıklar nedeniyle bölgeden çekildiği
2012 tarihinden beri bu örgütün yerel bir mahkeme, cezaevi ve polis ile keyfi
uygulamalar yaptığı belirtilmektedir. Söz konusu uygulamaların endişe verici
olduğu vurgulanmaktadır. 68
İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporuna göre, Rojava'da çocuklar, ellerine silah verilip militan olarak kullanılmaktadırlar. Çocukları zorla silah altına alma politikası halen devam ettiğinden, bölgedeki Kürt kardeşlerimiz sürekli olarak PYD zulmünden kaçıp Türkiye'ye sığınmaktadırlar. |
Soldaki çocuk militanın üzerinde YPG'nin Kadın Savunma Birlikleri'ni temsil eden YPJ'nin arması görülebilmektedir. |
Nitekim Kobani
saldırılarının sonrasında, Türkiye'nin ihtarlarını hiçbir şekilde dikkate
almayan bir kısım Batı medyası, bölgeyi yakından tanıdıktan sonra ifadelerini
değiştirmek zorunda kalmıştır. Daily Beast'de Jamie Dettmer, Suriye'de Kürt
bölgesi yönetimini, "PKK'nın Suriye
kanadını oluşturan despot PYD" olarak tanımlamış ve evlerine geri
dönmek isteyen bir kısım kişilere PYD tarafından izin verilmediğine dikkat
çekmiştir. Ali isimli emekli bir Kürt köylüsünün anlattıkları ise yazıda şu
şekilde yer almıştır:
"Savaşçılar (YPG) istediklerini yapıyorlar ve kimse
onlara karışamıyor. Eğer size bir şey yapmanızı veya yapmamanızı emrederlerse,
onlara hayır diyemez veya bunun doğru olmadığını söyleyemezsiniz.”
69 Nitekim Dettmer'in
görüştüğü bölge halkının ifadelerine göre, kuşatmanın ardından Kobani'ye geri
dönmek isteyen pek çok kişinin girişine izin verilmemiş, YPG militanları
tarafından bu insanların mallarına el konulmuş ve bu kişiler tüm varlıkları
ellerinden alınarak göçe zorlanmışlardır.
70
YPG konusunda dışarıdan yapılan spekülasyonlara kanmayıp Kobani'de YPG zulmünü yakından gözlemleyen Batılı gazeteciler, işgaller sırasında sınıra konuşlanmış Türk tanklarının varlığını oldukça haklı görmüşlerdir. |
Bu despot tutum
yazıda şu delillerle tarif edilmiştir:
Kobanili Kürtler
PYD'yi halkın içinde eleştirme konusunda çok dikkatliler; misilleme
yapılmasından korkuyorlar. Örgütü eleştirenlerin hiçbiri aile isimlerinin
deşifre edilmesini istemiyor. Parti (PYD), hayatı muhaliflere oldukça zor hale
getiriyor.
Aynı yazıda,
Batı'dan bazı kesimlerin bakış açısı ile Dettmer'in gördükleri arasındaki
farklılık da kapsamlı olarak dile getirilmiş ve Kobani bölgesinin PKK terör
örgütünün himayesinde olduğunun delilleri verilmiştir:
Kobani'deki
savaşçıların büyük bir çoğunluğu Suriyeli Kürtler değil; ABD ve Avrupa Birliği
tarafından terör örgütü olarak tanınan PKK üyeleri. ... Kobani'de ateş emri
veren kumandanlar, kuşatma sırasında kadın savaşçıların rolünü dünyaya tanıtmak
için röportaj yapan Batılı medyaya gösterildiği gibi yerel bölgesel liderler
falan değiller. Bunlar, aslında, yerel halkın Kandil Kürtleri dediği kişilerden
oluşuyor. Kandil, Kuzey Irak'ta bulunan Türkiye'den de 30 kilometrelik bir
alandan içeri giren, bölücü hareketin askeri eğitim kamplarını içine alan
PKK'nın dağdaki sığınağına işaret ediyor.
71
Türkiye, kendisine sığınan herkese büyük bir onur ile sahip çıktığı gibi, Kobani işgali sonrasında Türkiye'ye sığınan Kürt halkına da aynı sevgi ve onur ile sahip çıkmıştır. Sınırımıza gelen Kürtler de büyük bir sevgiyle Türk askerine sarılmış, güvenli topraklara gelmenin mutluluğunu yaşamışlardır. Suriyeli Kürtler, onlara her daim sahip çıkacağımızı bilmelidirler. |
İsmini vermek
istemeyen bir YPG militanının ise bu konudaki itirafları şu şekildedir:
Kuşatma
sırasında da baş kumandanlardan sadece 5 tanesi Kobani'liydi; 15 tanesini
Kandil kumandanları oluşturuyordu. 72
Söz konusu
gözlemlerin ardından Dettmer, sınıra yığılı Türk tanklarının varlığına oldukça
hak vermiş gözükmektedir.
Kobani bölgesinde
olduğu gibi, PYD, Tel Abyad gibi civar Türkmen ve Arap bölgelerine de IŞİD
tehlikesini bahane ederek koalisyon güçlerinin devreye girmesini istemiştir.
Amaç, bu bombardımanı kullanarak Türkiye sınırındaki Türkmen bölgelerini ele
geçirip, uzun bir sınır hattı elde etmektir. ABD ve diğer koalisyon ortakları
ise IŞİD ile mücadele adı altında PKK terör örgütüne açıkça yardım etmişlerdir.
Oysa o bölgeden kaçıp yine Türkiye'ye sığınmakta olan bölge halkı, IŞİD'in
değil YPG'nin zulmünden kaçmakta olduklarını açıkça belirtmişlerdir. ABD ve
diğer koalisyon güçlerinin bunu fark edememesi veya görmezden gelmesi, ciddi ve
oldukça tehlikeli sonuçlara sebep olacaktır.
Kobani'den kaçarak ülkemize sığınmak zorunda kalan Kürt kardeşlerimiz için Suruç'ta dünyanın en büyük mülteci kamplarından biri çok kısa bir zaman içinde kurulmuş, kardeşlerimizin rahat edecekleri her türlü imkan düşünülmüştür. |
Bütün bunlardan yola
çıkarak orada yaşayan Kürt halkının, PYD'nin zulmünden kaçıp 2011 yılından
itibaren Türkiye'ye sığınıyor olduklarını çok iyi değerlendirmek gerekmektedir.
Oradaki zavallı halk, uzun zamandır, bu bölgede hakimiyetini ilan etmiş bir
Leninist terör örgütünden kurtulmaya çalışmaktadır. Bunun için Türkiye'yi
tercih etmeleri, Türkiye'de güvende olacaklarını bilmeleri, söz konusu durumu
çarpıtan ya da tam anlamayan Batı'ya önemli bir işaret olmalıdır. Türkiye,
kendisine sığınan herkese büyük bir onur duyarak ve sevgiyle sahip çıktığı gibi
söz konusu Kürt kardeşlerimize de en mükemmel şekilde sahip çıkmıştır ve
onların güvenlik içinde yaşamalarını sağlamıştır. Nitekim Kobani'den Türkiye'ye
sığınan Kürt kardeşlerimiz, sınırı geçer geçmez kendilerine yardıma gelen Türk
askerinin boynuna sarılmış, sevgiyle güvenli topraklara gelmenin mutluluğunu
yaşamışlardır. Türk askerini kendi dostları, akrabaları, oğulları gibi
gördükleri anlaşılabilmektedir.
Suriye sınırdan
geçen 2 milyondan fazla mültecinin tüm bakımını üstlenen Türkiye, bu
mültecilerin büyük bir kısmını 22 ayrı kampa yerleştirdikten sonra, özellikle
Kobani'den gelen mağdur Kürt kardeşlerimiz için dünyanın en büyük mülteci
kampını inşa etmiştir. 35 bin kişilik kapasiteye sahip olan Suruç'daki söz
konusu mülteci kampı okula, hastaneye, 100 ayrı çamaşır ve dinlenme bölümüne
sahiptir. Kamp aynı zamanda kendi bünyesinde bir su şebekesine sahip olup bu su
hem orada yaşayanların ihtiyaçlarını karşılayacak hem de civardaki tarım
alanlarında kullanılabilecek kapasitededir. Buraya yerleştirilen Kürt
kardeşlerimizin sağlıklarından bakımlarına, eğitimlerinden dinlenme ve iş
imkanlarına kadar her türlü detay düşünülmüş ve muazzam bir çalışma
gerçekleştirilmiştir. Söz konusu kamp; BM, Batılı politikacılar, insan hakları
temsilcileri ve medya tarafından da övgüyle karşılanmıştır.
Bir kısım Batılıların
PKK lehinde hareket etmelerinin asıl sebebi
Hükümetin iyi
niyetli olarak başlattığı çözüm sürecinin ilk anından itibaren, bölücülük ve
şiddet isteyen Stalinist bir terör örgütünün asla silah bırakmayacağı,
güçlenmek için fırsat kolladığı ve sinsi bir yöntemle Türkiye'nin Güneydoğusunu
ele geçirmeye yelteneceği sürekli hatırlatmasını yaptığımız konular olmuştur.
Nitekim çatışmaların tekrar başladığı şu günler, PKK'nın gerçekten de bu
çatışmasızlık ortamını kendisi için bir gizliden işgal politikasına çevirmiş
olduğunu göstermiştir. Bu konuda alınması gereken tedbirler acil ve hayatidir.
Söz konusu tedbirler kitabın ilerleyen bölümlerinde kapsamlı açıklanmıştır.
Burada üzerinde
durmak istediğimiz husus, çözüm sürecinin başlangıcından itibaren Batı'dan bazı
kişilerin bu sürece yaklaşımıdır. Kuşkusuz ülkeler içinde barışın gerçekleşmesi
bütün dünya için hoş karşılanacak bir durumdur ve ülkemizde söz konusu dönem
içinde silahların susmasının Batılı ülkeler tarafından takdirle ve övgüyle
karşılanmasında da garip olan bir durum yoktur. Garip olan kısım, Batılı
devletlerden bir kısım sözcülerin Türkiye'ye ilginç önerilerde bulunmalarıdır.
Her ne hikmetse, bu önerilerin tümü PKK'nın lehine olan ve onların istekleri
çerçevesinde şekillendirilmiş önerilerdir. Bu önerilerin hiçbir kısmında
Türkiye Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünü koruyucu ve Türkiye'yi PKK
karşısında güçlendiren bir yönlendirilmede bulunulmamaktadır. Bunun belki de en
önemli sebebi, PKK yoluyla gerçekleşecek olanların, aslında Batı'nın kendi hedeflerini
temsil ediyor olmasıdır.
Türkiye'ye yönelik baskılar hem içten hem de dışarıdan gözle görülür boyutlara ulaşmıştır. Fakat bu güzel vatanı ve Kürt kardeşlerimizi komünist teröre teslim etmemiz imkansızdır. Bu kirli planı kuranlar, bu sevdadan vazgeçmelidirler |
Bu konuda
verilebilecek en önemli örneklerden bir tanesi, ABD Dışişleri Bakanlığı'nda
uzun süredir danışmanlık yapan Neocon David Phillips'in açıklamalarıdır.
Phillips'in 2007 yılında Türkiye'ye yönelik önerileri dikkat çekicidir. Bu
önerilerin başında, PKK ile barış süreci olduğu takdirde örgüt üyeleri için af
ilan edilmesi şartı yer almaktadır. İkinci temel öneri ise sivil anayasanın
hemen yürürlüğe konulmasıdır. Bunun anlamı ise, yerel yönetimlere önemli haklar
verilmesi demektir ki bölünme için temel unsur bu olacaktır.
ABD'nin Türkiye Eski
Büyükelçisi Ross Wilson'un 13-15 Nisan 2009 tarihinde yaptığı açıklamalar ise
yine aynı başlıkları içermektedir. En önemli şart, PKK'lıların mutlaka serbest
bırakılması ve ikinci temel şart ise federalizme yol veren yerel yönetimlerin
güçlendirilmesi unsurudur.
Görülebileceği gibi,
ABD'den bazı isimlerin Türkiye üzerindeki temel baskısı, PKK'yı bir barış
elçisi gibi göstermek, Öcalan'ın mutlaka serbest kalmasını sağlamak ve Türkiye'nin
bölünmesinin yolunu açmaktır. Yıllar önce tasarlanan ve öneri olarak sunulan bu
planlar ise bugün açık açık tartışılmaktadır.
Hedef, PKK'ya
federasyon verilerek, "Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilmesi projesi"
kapsamında PKK'nın bütün ulusların kabul edeceği türden bir devlet kurmasının
önünü açmak; bu yeni oluşum sonucunda bölünen, Ortadoğu'yla irtibatı kesilen
Türkiye'nin gücünü zayıflatmak ve itibarını zedelemektir. Böylelikle Batı derin
devletleri açısından, İslam Birliği gibi bir bütünlüğün oluşması da coğrafi ve
ideolojik anlamda zorlaşacak, Türkiye ile İslam ülkeleri arasına İslam karşıtı
komünist-Stalinist bir PKK devleti adeta bir set olarak çekilecektir. Kendi
içinde bir terör örgütüne yenik düşen ve dolayısıyla İslam ülkelerinin
sorunlarına çözüm bulmaktan uzak, tavizkar bir Türkiye görünümü oluşacaktır.
PKK'ya özerklik veya
federasyon verilmesi gibi bir durumun gerçekleştirilmesi sonucunda ise,
Türkiye'yi en az 50 yıl uğraşacağı ve daha fazla zayıflayacağı bir süreç
bekleyecek; mübadele talepleri, yeni toprak talepleri, yeni bölgesel ayrılık
taleplerinin dile getirilmesi, farklı dillerin de devreye girmesiyle ülke
insanlarının ortak dil, ortak hedef, ortak ülküden uzaklaştırılması söz konusu
olacaktır. Parçalanıp bölünmüş güçsüz bir Türkiye ise, Batı'da bir kısım derin
güçlere, 100 yıldır elde etmek istedikleri manzarayı sunmuş olacaktır.
Bu amaçla bir kısım
Batılı güçler, doğrudan özerklik veya federasyon gibi kelimeleri kullanmasalar
da -ki aralarında açıkça bunları da dile getirenler de vardır- yerel
yönetimlere yönelik yetki genişletilmesi konusunda uzun zamandır Türkiye'ye
yönelik baskı halindedirler. Nitekim AB'ye uyum yasaları dahilinde bu
ayrıcalıkların bir kısmı çoktan sağlanmıştır; bu konu ilerleyen satırlarda
kapsamlı olarak incelenmiştir.
Bu konuda çeşitli
düşünce kuruluşları, diplomatlar ve yazarlar tarafından Türkiye'ye yönelik
baskılar gözle görülür boyutlara ulaşmıştır. Türkiye, zaman zaman, Batı derin
devleti sözcülerinin belirlediği şartları yerine getirmediği takdirde, istemese
de her an kendisini Ortadoğu'da bir savaşın ortasında bulacağı tehdidiyle
karşılaşmaktadır. NATO'nun yardımı olmadan füze ve diğer hava saldırıları
karşısında zayıf konumda olduğumuz hissettirilmeye çalışılmakta, hatta zaman
zaman NATO'dan çıkarılmamıza yönelik teklifler kasıtlı olarak gündeme
getirilmektedir. Türkiye'nin Batılı ülkeler nezdinde yatırım yapılamayan, insan
haklarının ihlal edildiği, yalnızlaştırılacak bir ülke olarak gösterileceği
tehditleri yapılmaktadır.
Tekrar hatırlatalım,
PKK konusuna çözüm bizim de istediğimiz bir şeydir. Fakat bu çözüm, Batı derin
devletinin baskılarına dayalı, beraberinde komünist bir devletin inşasını
getirecek, Türkiye'nin ise toprağından ve kimliğinden taviz verdiği bir çözüm
asla olmayacaktır. PKK'ya köklü çözümün tek yolu, örgütü Marksist ideolojiden
uzaklaştıracak kapsamlı bir eğitim seferberliğidir.
Öcalan'a ve PKK'lılara
af beklentisi zavallılıktır
Batı derin
devletlerinden bir kısım isimlerin Türkiye'ye yönelik en büyük baskılarından
birinin, Öcalan'ın serbest bırakılması olduğundan bahsetmiştik. Batı'nın adeta
yancılığını yapmakla görevli bir kısım kişiler de bunu ülkemizde de dile
getirmekten çekinmemektedirler. Bu olağanüstü garip teklif, yavaş yavaş
söylemler ve bilinçaltı propagandalarıyla makul hale getirilmeye çalışılmakta,
HDP'li belediye başkanları Öcalan'ı özgür görmek istediklerini açıkça dile
getirmekte, şehit analarının yaşadığı dehşet, bu konunun destekçilerini hiçbir
şekilde ilgilendirmemektedir. 40 bin askerimizi şehit eden katillerin bırakılması
için adeta bir kulis yapılmakta; hatta konunun af bile değil, bir serbest
bırakılma şeklinde olması istenmektedir. Türk milletinin karşısında açıkça
"onlar suç işlemediler ki" denebilmektedir. Ülkemizde böylesine büyük
mantıksızlıkların konuşulabilir olması, oldukça riskli bir noktada
bulunduğumuzu sergiler niteliktedir. Bu nedenle, böyle bir af konusuna asla
izin vermeyeceğimizi, halkımızın da bunun karşısında mutlaka tek yürek olarak
bir arada duracağını ısrarla belirtmek gerekmektedir.
Türk milleti için vatan en hassas konulardan biridir. Bu konuda tereddüte düşenler Türk tarihine bakabilirler. Dolayısıyla Türkiye için, toprağından ve kimliğinden taviz verdiği bir çözüm asla söz konusu olmayacaktır. Bir kısım Batılı derin güçlerin bu yöndeki beklentisi boşunadır. |
Bu konuda hem
Türkiye'de af destekçilerine hem de yabancı derin devlet temsilcilerine
hatırlatmak istediğimiz noktalar vardır.
* Bilindiği gibi ülkemizde daha önce bu konuyla ilgili olarak af
denenmiş, ancak uygulama hem terörü hem de toplum içindeki suç oranını daha da
artırmıştır. Bülent Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde eşi Rahşan Ecevit
tarafından hazırlanan af teklifi, 2000 yılında 4616 sayılı Şartla Salıverme
Yasası adıyla Meclis'ten geçmiş, 44 bini aşkın kişi bu aftan yararlanmıştır.
Aftan sonra 3 yıl içinde mahkum sayısı 20 bin artarak 64 bine çıkmıştır. Rahşan
Ecevit daha sonra, "Ben affı garibanlar için istedim, katiller
yararlandı" diyerek affın vahim sonuçlarını dile getirmiştir. 'Rahşan
affı'ndan sonra geçen 15 yılda ise cezaevlerindeki hükümlü sayısı 160 bine
ulaşmıştır.
* ABD Büyükelçiliğine bombalı saldırı düzenleyen Ecevit Şanlı
isimli DHKP-C'li terörist sağlık sorunları gerekçesiyle Ahmet Necdet Sezer
döneminde affedilmiş olan bir kişidir. Sezer döneminde affedilen 260 mahkumun
200'ünün, DHKP-C, Dev-Sol, PKK, THKP/ML ve TİKKO üyesi olması söz konusudur. Bu
kişiler birçok eylemle yeniden ortaya çıkmaktadırlar. Emniyet'in raporlarına
göre, Tunceli'de çıkan silahlı çatışmada ölü olarak ele geçirilen Okan Ünsal,
Berna Ünsal, Ökkeş Karaoğlu ve Cemal Keser gibi DHKP-C militanları da Sezer'in
özel affı sonucu dışarı çıkan kişilerdir.
* 1 Mayıs 2003 eylemlerinde görüntülenen Hüsamettin Özdem,
Keskin Hasan Bölücek, Abbas Alkan, Cihan Alkan, Enis Aras, Deniz Yıldız, Sakine
Ögeyik, Gülten Özdemir, Özkan Güzel ve Mehmet Leylek isimli teröristler de aynı
şekilde affedilen kişilerdi. Son olarak, Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın
katledilmesi yönünde talimat veren DHKP-C lideri Hüseyin Fevzi Tekin de 10.
Cumhurbaşkanı Sezer döneminde affedilmiştir.
* Diğer taraftan, PKK'nın affı demek Türk milletinin onurunun
kırılması, şerefinin ve haysiyetinin ayaklar altına alınması demektir.
* On binlerce şehit, yüz binlerce gazi ailesi için,
Mehmetçik/Polis/Korucu şehit eden katillerin affedilmesi dehşet verici bir
durumdur. Bu ortam tüm Türkiye'de onarılması imkansız yaraların açılmasına,
acıların katlanılmaz hale gelmesine sebebiyet verecektir.
* Komünist teröre verilen her taviz, önlenemeyen bir azgınlığın,
şımarıklığın, kanun tanımazlığın önünü açacaktır.
* Katillerin salınması demek, PKK'nın 40 yıldır yaptığı tüm
kanunsuzlukları meşru hale getirecek, artık ülkede kanunlara saygı, devlete
saygı asla kalmayacak, terör adeta meşru hale gelmiş olacaktır.
* Bağımsız ve PKK'ya bağlı bir Kürt devleti kurulabilmesi için
hem Kürtleri bu yapıyı desteklemeye zorlayacak hem de bölgeyi buna mecbur
bırakacak ve toplumu tetikleyecek bir seri işleme gerek vardır. Aynı zamanda
Türkiye'nin de gücünün, onurunun kırılmasına ihtiyaç vardır. Öcalan'ı salma
planının bir nedeni de budur. 40 bin kişinin katliam emrini veren birinin
Türkiye gibi güçlü bir devlet tarafından salınıyor ve muhatap alınıyor olması,
o kişinin sanki bütün Kürtlerin lideri olarak algılanmasına sebebiyet
verecektir. Bu durumda Öcalan da rahatlıkla tüm Kürtlerin Cumhurbaşkanı olma hayaline
kapılacaktır.
* Oluşacak bu siyasi-sosyal rüzgar, bölgeye yeni bir Saddam,
Kaddafi, Ho Chi Minh, Stalin, Mao kazandırmış olacaktır. Bu durumda ağır
silahlarla donatılacak, istihbarat desteği verilecek PKK devletiyle bütün bölge
ülkelerini savaştırmak artık çocuk oyuncağı haline gelecektir. Öcalan da
kendisine biçilen görevleri bilmekte, hangi Batılı ülkenin arkasında nasıl
duracağını görmekte, hatta hangi komünist ülkelerin kendisine nasıl askeri
yardımda bulunacağını hesaplamaktadır. Bu arada Öcalan, bu güce ulaşabilmek
için her türlü tiyatroyu oynayacaktır. Komünistken birden emperyalist kesilen,
99'da yakalandığında "Devletimin hizmetindeyim" diyen, fakat
sonrasında yüzlerce PKK eylemini yönlendiren, 2004'te konfederalizm istediğini
kitaplarıyla açıklayan Öcalan, tarihin en ibretle izlenen oyuncularından
birisidir.
* "Katiller çok insan katledince onlardan çekiniliyor ve
affediliyor" mantığı bir defa toplumda yer ederse, bundan sonra pusuda
bekleyen onlarca yeni terör örgütü Türkiye'de eylemlere başlayacaktır. IŞİD, El
Kaide, Asala, DHKP-C gibi yüzlerce terör örgütü "Bolca katliam yapalım,
devlet bizi de muhatap alıp masaya oturacak. Bize de taviz verecek.
Katillerimiz eninde sonunda kahraman gibi salınacak" düşüncesine
kapılacaktır. Bu, Türkiye'nin yok olması demektir.
* Polis katillerinin salınması, hala polislik görevini yapan 300
bin polisimizin şevkini kıracaktır. Asker katillerinin salınması, halihazırda
asker olan 700 bin askerimizi psikolojik olarak zayıflatacaktır. Bu kişilerin
aileleri, yakınları da düşünüldüğünde milyonlarca insan bu yanlışlık sonucunda
vicdanen büyük bir rahatsızlığa sürüklenecektir.
* Öcalan ve diğer PKK'lı katiller aynı zamanda 17 bin Kürdü de
iç infazla şehit etmiştir. Bu katillerin salınması, Kürtler arasında da dehşetli
bir psikolojik travmanın yaşanmasına neden olacaktır. Kendilerinin ve
ailelerinin katilleri artık yine onlara baskı yapmak için işbaşında olacak,
Devlet de buna mani olamayacaktır. Bu onurlu, gururlu, vicdanlı Kürtler için
adeta bir zulümdür.
* PKK'lıların şehirlere yayılması demek, PKK propagandasının
çoğalmasına, tek taraflı propagandanın büyümesine, Marksist- Leninist baskının
kat kat artmasına sebebiyet verecektir.
* Öcalan, şu an sadece Türkiye'de değil, pek çok ülkede en çok
düşmanı olan insanlardan biridir. Cezaevinden salıverilmesi durumunda onu infaz
etmek için yemin etmiş olanların sayısı çoktur ve bu kişiler asıl olarak
PKK'lıdır. Böyle büyük bir risk karşısında korunabilmesi oldukça zordur.
Öcalan'ın salıverilmesi durumunda PKK içinde kaçınılmaz olarak önderlik savaşı
başlayacak, hatta bazı liderler için Öcalan bir hain olarak görülecek ve
mutlaka öldürülmesine hükmedilecektir.
* Öcalan salındığında Barzani ve Talabani gibi Kürt liderlerin
başta kalması zorlaşacak, Kuzey Irak'ta çok partili bir sistemin de varlığı
ortadan kalkacaktır. PKK orada da tek partili komünist diktatörlüğü kolaylıkla
uygulamaya geçirecektir.
Binlerce şehidimizin
kanından sorumlu Öcalan'ın ve cinayet işlemiş PKK'lıların herhangi bir af
kapsamında salıverilmesinin sonuçları genel hatlarıyla bunlar olacaktır. Fakat
asıl olarak böyle bir karar, izzetin, şerefin, onurun, namusun kalmadığı
anlamına gelir. Türk milletinin ise bir özelliği vardır: Türk milleti, onursuz
ve şerefsiz olarak yaşayamaz. Bunun yerine mücadele etmeyi ve bu uğurda Allah
rızası için can vermeyi göze alır. Merak edenler bunu şanlı tarihimizden
görebilirler.
PKK, tarihi boyunca asıl olarak Kürt kardeşlerimizi hedeflemiş, kadın, çocuk, bebek demeden katliam yapmıştır. PKK'nın ilk fırsatını bulduğunda yine bu hain saldırılara kaldığı yerden devam etmesi de terörden vazgeçmeyeceğinin göstergesidir. Kalleş terör örgütünü bugün masum göstermeye çalışanlar mazlumları hedef alan korkunç teröre hizmet ettiklerinin farkında değildirler. |
Öcalan'a ve PKK katillerine af asla mevzu bahis olamaz. "Katiller çok insan katledince onlardan çekiniliyor ve affediliyorlar" mantığı toplumda yer ettiği takdirde terörün daha rahat zemin bulacağı aşikardır. |
Kimse Öcalan'ın ve katil PKK'lıların salıverilmesi gibi bir öneri ile Türk milletinin karşısına çıkmamalıdır. Batılı derin devletlere ve Türkiye'de onların destekçiliğini yapanlara yol yakınken bu tehlikeli fikirden vazgeçmeleri önerimizdir. |
Türk milleti, onursuz ve şerefsiz olarak yaşayamaz. Bunun yerine mücadele etmeyi ve bu uğurda Allah rızası için can vermeyi göze alır. Ülkeyi bölme girişimi içindekiler; Türk askerinin, polisinin, özel kuvvetlerin ve Türk halkının buna nasıl karşılık vereceğini görmek zorunda kalabilirler. |
İşte bu nedenledir
ki hiç kimse, Öcalan'ın veya katil PKK'lıların salıverilmesi gibi bir öneri ile
Türk milletinin karşısına çıkmamalıdır. İçte ve dışta buna tevessül edenler,
bunun Türkiye'de nasıl bir galeyanla sonuçlanacağını; Türk askerinin, Türk
polisinin, özel kuvvetlerin ve Türk halkının buna nasıl karşılık vereceğini
görmek zorunda kalabilirler. Batılı derin devletlere ve onların burada destekçiliğini
yapan bir kısım kişilere, yol yakınken böylesine tehlikeli bir fikirden
vazgeçmeleri önerimizdir.
Global medya
diktatörlüğü ve Batı'da algı operasyonları
Daha önce
belirttiğimiz gibi bir kısım Batılı yazarlar 100 yıllık planın uygulamaya geçebilmesi
için, bir kısmı da PKK'nın emperyalizm maskesine gerçekten inandığından yoğun
bir algı operasyonu ve adeta bir mühendislik çalışmasına yönelmişlerdir.
Elbette burada dünyaya hakim global medya diktatörlüğünden de bahsetmek
gerekir. Şu anda dünyanın önde gelen ana akım medya organlarının
destekleyecekleri ve karşı duracakları ülke, kişi, sistem, ideoloji ve kurumlar
belirlenmiştir. Proje; gücü elinde tutanların desteklediğini desteklemek,
desteklemediğini de alabildiğine kötülemek üzerine kuruludur. Global medyanın
parçası olanlar hiçbir şekilde bunun dışına çıkamazlar. Verilen haberler bu
doğrultuda verilmeli, köşe yazarları bu doğrultuda yazılar yazmalıdırlar. Söz
konusu sistem bir diktatörlük olduğundan, bu kurallara uymayanlar mutlaka
dışlanmaktadır. Tüm dünyanın bildiği fakat sessizce kabul ettiği bu sistemde
algı mühendislikleri de ona uygun şekilde yapılmaktadır. Global medyanın
idarecileri, kimi zaman hedefledikleri coğrafyada kullanabilecekleri bir kısım
kişileri devreye sokup diledikleri hedefe kolayca ulaşabilmektedirler.
Fransa'da geleneksel olarak her sene yapılan Komünist Partisi'nin Fete de l'humanite (İnsanlık Bayramı) etkinliğinde elinde Abdullah Öcalan'ın posteri ile görüntülenen Fransız komedyen Djamel Debbouze, Türk derneklerinden özür diledi. Algı operasyonlarının etkisiyle, istenildiğinde, terör ve teröristlerin adeta bir kahraman edasıyla sunulmaları günümüzün en büyük sorunlarından biridir. |
Global medya
diktatörlüğü işte bu yöntemi özellikle son dönemlerde yoğun olarak PKK'ya
yönelik olarak kullanmaya başlamış ve söz konusu algı yönlendirmenin etkisiyle
bir kısım ülkeler PKK'nın terör listesinden çıkarılmasını bile dile getirir
hale gelmişlerdir. Öyle ki, yaklaşık 40 yıldır Türk askerini, Kürt halkını
acımasızca şehit etmiş olan, sadece kalleşçe, sinsice saldırmayı bilen bu kahpe
örgütün üyelerinin bir ayı yavrusunu severken resimleri gündeme oturmuş ve şu
başlık atılmıştır: "Türkiye, ellerinde bir yavru ayıyı tutan bu adamı hala
terörist zannediyor. Gerçekten öyle mi acaba?"73
Bir teröristi adeta
bir şefkat sembolü gibi göstermek, bunu dünyanın en büyük gazetelerinden
birinde sunmak, bu algıyı oluşturmak için de genellikle Ortadoğulu yazarları
seçmek, tam olarak kastettiğimiz mühendislik taktiğidir. Batı derin devleti,
söz konusu taktiği o kadar kabaca, o kadar bilinen yöntemlerle ve o kadar aleni
uygulamaktadır ki, asıl hedefinin anlaşılıp anlaşılmamasından çekinmemektedir.
Ne de olsa söz konusu medya diktatörlüğünü eleştirebilen, söz konusu
diktatörlüğe dur diyebilen yoktur.
The Washington Post, elinde yavru ayı tutan bir PKK'lının resmini kullanarak 40 bin askerimizi şehit etmiş kahpe katilleri aklama çabasına girmiştir. Söz konusu propagandanın Türkiye'yi bölme planlarının ayyuka çıktığı bir zamanda yoğunlaşması da manidardır. (Sağda) Serap Eser isimli yavrumuzun PKK katilleri tarafından bir belediye otobüsünde yakılarak öldürülmesi şehirlerde gerçekleştirilen hain terör eylemlerinden sadece biridir. Bir kısım Batı medyasının "barış güvercinleri" edasıyla tanıtmaya çalıştığı PKK, terör için daima fırsat kollamış ve terör zihniyetinden asla vazgeçmemiştir. Batı medyası yavru ayı ile terörist propagandası yaparken, PKK şu an halen Türk toprakları içinde hain pusularına devam etmektedir. |
Bu algı
operasyonunun etkisi kuşkusuz çok büyüktür. Özellikle Batı halkı, sadece bu
yayınlardan elde ettikleri bilgilerle PKK'yı adeta mazlum bir topluluk olarak
değerlendirmekte; bu örgütün zalim, kalleşçe sırttan vuran ve yıllarca
mazlumları katletmiş ve kendi içinde de sayısız infaz gerçekleştirmiş son
derece tehlikeli bir yapılanma olduğunu fark edememektedir. Elbette bu
operasyon neticesinde "Kürtlere zulmeden Türkiye" görünümünü de
vermek oldukça kolay olmaktadır. Özellikle komünizm tehlikesini bilmeyen bir
kısım Batılılar, Kürtleri PKK'nın temsil ettiğini zannetmekte, Türkiye'nin tüm
Kürtlerden nefret ettiği sonucuna varmaktadırlar. Oysa Kürtler, Türkiye'nin
şanı, şerefi, dürüstlüğü ve efendiliğinin sembolü olan eşi benzeri bulunmayan
birer değeridirler. PKK ise, asıl olarak Kürt kardeşlerimize zulmeden, başta
Kürt kardeşlerimizin başının belası olan, şerefsiz ve kahpe bir terör örgütüdür.
İşte ikisinin arasındaki fark bu kadar açıktır.
Time, Elle, Der Spiegel, BBC, Newsweek, Marie Claire gibi dünyaca tanınmış gazete ve dergiler, 40 yıldır silahını Türk askerine ve polisine, hatta Kürtlere yöneltmiş olan hain PKK'yı Ortadoğu'nun umudu gibi göstermeye çalışmaktadırlar. PKK, söz konusu eylemlerini eğer Avrupa'da yapıyor olsaydı bu yayın organlarının başlıkları kuşkusuz şimdikinden daha farklı olurdu. |
TIME dergisi
"Yeni Ortadoğu'da dolaşmak" başlıklı kapak konusunda, terör örgütü
PKK'ya katılan kadınları yüceltirken, Öcalan'ı da sözde karizmatik lider olarak
övmektedir. Dünyaca ünlü kadın dergileri ELLE ve Marie Claire de aynı şekilde,
PKK'lı kadın teröristleri öven yazılar yayınlamışlardır. Alman Der Spiegel,
kapaktan verdiği "Teröre karşı tek başına" başlığındaki haberde,
PKK'yı Batı'nın son umudu olarak göstermektedir. Rusya'nın Kommersant yayın grubuna
ait Ogonyok dergisi PKK'lı kadın teröristleri öven ifadeler kullanmıştır.
Newsweek, Kobani'yi büyük bir zafermiş gibi sunarken PKK'nın Suriye kolu olan
YPG ve YPJ'yi gündeme taşımıştır. Almanca yayın yapan Marx21 dergisi, PKK
konusundaki övgü dolu yorumları, "Kürdistan'a özgürlük, fakat nasıl?"
başlığıyla yayınlamıştır. BBC de sürekli PKK'yı övücü yayınlar yapmaktadır.
Global medya
diktatörlüğü ve onun etkisi ve himayesindeki basın organları, kolayca beyazı
siyah, siyahı ise beyaz gösterebilme gücüne sahiptir. Bu sinsi taktiğin
farkında olmayanlar ise genellikle bu algı operasyonu ile kolaylıkla
yönlendirilebilen insanlardır. Maalesef bu kişilerin sayısı da bir hayli
fazladır.
Ortadoğu veAsya'nın
Yancıları
İslam'ın ve Müslümanların menfaatinin yanında olmak yerine
Amerikan, İngiliz, Alman ve diğer derin devletlerin yanında olanların karakter
ve mantık bozukluklarını iyi tanımak son derece önemlidir. Yancı kişiliğe sahip
bu insanların en belirgin özellikleri, aşağılık kompleksi içinde olmaları ve
bunu züppelik felsefesiyle örtmeye çalışmalarıdır. Asya ve Ortadoğu
ülkelerinde sıkça rastlanan bu tipler kendilerince itibar edinmek için bir çok
tavizde bulunmakta, daha da kötüsü diğer insanlara da kendileri gibi taviz
vermeyi telkin etmektedir. Allah'a iman eden, tüm gücün ve kudretin sahibinin
Allah olduğunu bilen bir Müslümanın asla göstermeyeceği bu bozuk karakter, çoğu
ülkede –bu kişilerin telkinleriyle- hızla yayılmaktadır. Bu durum, toplumsal
bir hastalığa dönüşmeden gerekli tedbirlerin alınabilmesi için doğru teşhisin
yapılması ve bu kişilerin ahlak ve mantık bozuklarının deşifre edilmesi son
derece önemlidir.
CIA gibi istihbarat örgütlerinin ve bu örgütlerin uzantısı olan
düşünce kuruluşlarının önemli faaliyetlerinden biri de Ortadoğu ve Asya
toplumları içinde yönlendirebilecekleri kişileri tespit etmektir. Ancak çoğu
zaman CIA ve diğer istihbarat örgütleri doğrudan bunlarla muhatap olmazlar,
çeşitli düşünce kuruluşlarını veya diğer yazarları aracı olarak kullanırlar.
Aşağılık kompleksi içindeki bu kişileri tespit ettikten sonra, kalıplaşmış
çeşitli üslup ve mantıklarla bu kişileri etki altına alırlar. “Sen çok
yeteneklisin, iyi ve ünlü bir yazar olabilirsin”, “çok zekisin, zekanla
diğer insanlar arasında dikkat çekiyorsun”,“diğerlerinden çok
farklısın” diyerek bu kişilere yaklaşmaya başlarlar. Yancı karakterli
kişileri etki altına almak için sıkça kullandıkları mantıklardan biri de,“Sen
zeki ve modernsin, Müslümanlar yanlış tanınıyor, insanlar seni görseler çok
etkili olur” ‘kafalama'sıdır. Karşılarındaki kişinin aşağılık kompleksini
iyi teşhis ettikleri ve bu tip kafalama cümleleriyle rahatça etki altına
alacaklarını bildikleri için, bu ve benzeri mantıkları sık sık kullanırlar.
Bundan sonraki aşama aşağılık kompleksi içindeki bu sözde
yazarların yazılarını kontrol altına almaktır. Aslında bu kişilerin çoğunun
yazı yeteneği olmaz, ancak bir şekilde bu kişiler yazar haline getirilir. Önce
ülke içinde sonra uluslararası bazı site veya gazetelerde bu kişilerin yazması
sağlanır. Bir süre sonra bu kişiler bir şekilde "ünlü" olur. Ve bu
yazıların hepsi mutlaka kendisine bu imkanı sağlayanlar tarafından denetlenir,
düzenlenir ve çoğu zaman baştan yazılır. İlk başlarda “şu cümle yerine bu
olsa daha iyi olur, ne dersin?” diye başlayan tavsiyelerle bir süre sonra
bu yazılar, tamamen derin odakların fikrinin savunulduğu hale dönüşür.
Uluslararası arenada, Müslüman bir ülke veya Müslümanlar aleyhinde tek
kaynaktan çıkmış olduğu her halinden belli olan onlarca yazının arkasındaki
tezgah da budur.
Bu sistemin işleyişinin temelinde ise Ortadoğu ve Asya
ülkelerindeki bazı yazarların yancı karakteri vardır. Bu yancı karakterin
özelliklerini biraz daha detaylı inceleyelim:
Aşağılık
Kompleksinden Kaynaklanan Eziklik
Aşağılık kompleksi özellikle Ortadoğu ve
Asya'da yaygın olan bir psikolojik sorundur. Bu kompleks, kişinin başkasının
karşısında, özellikle de kendisinden üstün olduğunu düşündüğü kişilerin
karşısında, kendisini değersiz görmesinden kaynaklanır.
Teninin renginden, dilinin farklı
olmasından, imkanlarının Batı'ya oranla sınırlı olmasından dolayı birçok Asyalı
ve Ortadoğulu daha en baştan ezikliği kabul eder. Bu kişilerin hastalıklı
zihniyetine göre bir Ortadoğu veya Asya ülkesinde doğmuş olmak, Arap,
Pakistanlı, Hint veya Mısırlı olmak eziklik duymak için yeterlidir. Batı'da
doğmuş olanlar ınher hâlükârda kendilerinden üstün olduğu düşünülür.
Kendilerine saygı duymadıkları için
başkalarından da saygı görecek bir kişilik geliştiremezler.
"Efendisi" olarak gördükleri kişiler karşısında duydukları eziklikten
dolayı adeta azap çekerler ve bu azap duygusunu onları mutlu ve memnun etmek
için çaba harcayarak örtbas etmeye çalışırlar. Sürekli olarak kendini
yancılığını yaptıkları kişilere ispatlama gayreti içindedirler. Bu sebeple de
kendilerine ait düşünceleri, yorumları, fikirleri değil kendilerine dikte
edilen, savunduklarında takdir toplayacaklarını düşündükleri fikirleri
savunurlar. Doğru olan hayatı değil, “böyle yaparsan takdir
edilirsin” denilen hayatı yaşarlar.
Yancılar,
Efendileri Tarafından Adım Adım Özenle Yetiştirilir
Yancı karakterli kişiler istihbarat
örgütleri ve bu örgütlerin uzantıları olan bazı düşünce kuruluşları açısında
kullanışlı bir malzemedir. Söz konusu yapılar, çoğu zaman kendileri gündeme
getirdiklerinde etkili olmayacak ya da ters etki yapabilecek konuları bu
kişiler aracılığıyla gündeme taşırlar. Örneğin bir Amerikalı'nın Türkiye
aleyhinde yorum yapması uluslararası kamuoyunda o kadar büyük bir anlam
taşımaz. Türk kamuoyunda ise itici durur. Ama Türk bir yazar Türkiye aleyhinde
tespitlerde bulunuyor ve yazıyorsa bu çok daha sansasyonel bir durumdur. İşte
bu yüzden yancıların tespiti, eğitimi ve kullanılır hale getirilmesi önemli bir
süreçtir.
Aşağılık kompleksine sahip yancı karakterli kişiler
belirlendikten sonra, titiz ve uzun bir süreç içinde bir tür eğitimden
geçerler. Bu kişilere, "Sen aydınsın, diğerlerinden çok
farklısın" diyerek yaklaştıktan sonra adım adım kişiyi kendi
istedikleri kalıba sokarlar. Ve bu süreçte, yancıların tüm güçleriyle
kendilerini beğendirme çabası "efendiler"in en çok işine yarayan
husustur. "Zeka"sına ve "bilgi"sine övgüler yağdırarak etki
altına almaya başladıkları kişiye bir yandan kendi felsefelerini enjekte
ederken bir yandan da bu kişiyi yazar haline getirirler. "Şu konuda bu
cümle o kadar iyi olmamış", "istersen şöyle ifade
et" diyerek yapılan yönlendirmeler, aslında eğitimin birer
parçasıdır. Bu kişiler bu ince eğitimle hem yazar haline getirilir hem de
belirli bir felsefe bunlara işlenmiş olur. Yazılardaki ufak tefek cümle
düzeltmeleri bir süre sonra, "istersen o kısmı ben
yazayım" şekline dönüşür. Yazıya paragraflar eklenir paragraflar
çıkarılır. Bu esnada yancı da "ideal" yazının nasıl olması
gerektiğini öğrenmeye başlamıştır. Böylece artık ortak bir aklın, belirli bir
mantığın savunucusu olan seri üretim yazılar ortaya çıkar. Özellikle yurt
dışında okuduğunuz bir çok yazı bu şekilde hazırlanmaktadır.
Yancıların eğitimi yazılarıyla da sınırlı kalmaz. Hangi ortamda
nasıl davranacakları, nerede ne giyecekleri, hangi konularda ne şekilde
espriler yapacakları, olaylar karşısında nasıl tepki gösterecekleri ince ince
kendilerine öğretilir. Batı'da ünlü olmak için, malum çevrelerden takdir görmesi
için, ülkesinde pohpohlanıp "ne önemli insanmış" denilmesi için
çizilen bu modele uymaları gerektiği öğretilir. Bir süre sonra ortaya kendi
inancı, yorumu, fikri olmayan, tamamen "efendisi"nin inancına,
felsefesine, yaşam stiline bağlı tipler çıkar.
Bu arada kişi çok önemli bir çevre içerisinde arkadaşlar
edindiği kanaatindedir. Böyle bir arkadaş çevresi edindiği düşüncesiyle de
aşağılık kompleksini bir nebze de olsun hafifletmiş olur. Sistemi kuranlarda da
özellikle bu hissi vermeye özen gösterirler. CIA için çalıştığını itiraf eden
Alman Gazeteci Udo Ulfkotte, yakın zamanda yaptığı açıklamasında bu sistemin
nasıl çalıştığını net bir şekilde özetlemiştir:
"Benim
kabul etmemdeki sebep ise fakir bir aileden gelmemdi. Birden parasız bir
çocuğun mükemmel şekerlerle dolu bir dükkana düşmesi gibi oldu ve her şey
bedavaydı… Bana para yerine parayla alınamayacak hediyeler sundular. Mesela ABD
Oklahoma Eyaleti'nde onursal vatandaşlık ödülü, altın saatler, 5 yıldızlı
seyahatler ve hatta kadınlar. Ama en önemlisi 5 yıldızlı iş ağına dahil
edilmekti. Herhangi bir durumla karşı karşıya kaldığımda yardım isteyebilirdim
çünkü ağdaki en yüksek rütbeli insanları tanıyordum. Şansölyelerle
aynı diplomatik ortamlarda olmak üzere seçiliyorsunuz. Yabancı ülkelere seyahat
ederken uçakta etkili kişilerin yanına oturtuluyorsunuz. Size
güveniyorlar. Bu çok güzel bir duyguydu."
Görüldüğü gibi, sistemin hayat damarı kendisine tabi kılmayı
amaçladığı kişinin, "şöhret olmak", "ünlülerle aynı çevrede
bulunmak", "takdir görmek" gibi duygularını tatmin etmektir.
Bakanlarla, milletvekilleriyle, başbakanlarla aynı ortamda bulunmak, yani
"sen önemlisin" imajı vermek söz konusu kişiler için paradan çok daha
değerlidir.
Aferin Almak
Arzusu, "Efendisi"ne Yaranma Mantığı
Aşağılık kompleksi içinde olan insanların
en hassas noktaları "adam yerine konuldukları"nı görmektir. Bunu
iyi bilenler küçük jestler ve hediyelerle bu kişileri kolaylıkla kendilerine
bağlarlar.
Yancı karakterli ezik kişilerin etki altına
alınmaları için pahaca büyük hediyelere ihtiyaç yoktur. Çok hırslı gibi
görünseler de, çok yüksek bir makam ya da ünvan beklentisi içinde de
değildirler. Onları rahatlatacak en önemli şey, özendikleri çevrelerden aferin
almaktır. Zira asıl eziklikleri bu kişilere karşıdır. Kendi ülkelerinde devlet
yönetiminde dahi olsalar, çok büyük bir şirketin yöneticisi konumuna bile
gelseler yancısı oldukları kişilere karşı bu ezikliği üzerlerinden bir türlü
atamazlar. Dolayısıyla onlar tarafından beğenilmek ve takdir edilmek
arzusundan da hiç kurtulamazlar.
Beğenilmek, takdir edilmek, onore edilmek, itibar görmek
amacında oldukları için "aferin çok iyi yazmışsın”, "aferin çok iyi
konuşmuşsun" sözlerini duymak adeta ayaklarını yerden keser. Bu
"aferin" sözünü duymak için, kendi çevrelerinin, sevdiklerinin, ülkelerinin
aleyhinde yorum yapmaktan çekinmezler. Herkesi amansızca kötüler, sürekli
tepeden bakarlar. Çoğunlukla yazılarının ana konusu da bu aleyhte yorumlar
olur. Müslümanlar aleyhinde konuştukça, kendilerince Müslümanları eleştirdikçe,
Müslümanlara tepeden baktıkça yüceleceklerini zannederler. Hatta çoğu zaman,
"bakın kimse benim kadar Müslümanları eleştirmez, bunları en iyi ben
tanırım en iyi de ben aşağılarım" modundadırlar. Ya da ülkelerinin ne
kadar "anti demokratik", "geri kalmış", "baskıcı"
olduğunu anlatırlarsa o kadar "müthiş" tespitlerde bulunduklarını
düşünürler. Bu sebeple yazılarının büyük kısmı, kendi ülkelerini yabancılara
kötülemek, kendi insanlarına tepeden bakan yorumlar yapmak, "ben onlardan
farklıyım, ben de aslında sizin gibiyim" mesajı vermek üzerine kuruludur.
Bu yazılarda ve yorumlarda akılcı samimi eleştiriler ve çözümler değil, baştan
sona propaganda ve "aferin" alma gayreti vardır.
Müslümanların veya yaşadıkları ülkenin elbette eleştirilmesi
gereken yanlış tutumları olabilir, bu eleştiriyi yapmak da gereklidir. Ancak bu
yancı kişilerin amacı eleştiri yaparak hataların düzelmesine vesile olmak
değil, yancısı oldukları çevrelerin takdirini kazanmaktır. Bu durumda yazıları,
yorumları, açıklamaları da söz konusu çevrelerin propagandasının bir parçası
olmaktan öteye gitmez.
Cinselliklerini de
Yancılığını Yaptıkları Kişilere Sunarlar
Klan gibi yapılanması olan bu düzenin en
korkunç yönlerinden biri ise, Ortadoğu ve Asya'nın yancılarının cinselliklerini
de "efendi"lerine sunmalarıdır. Erkek veya kadın olsun yancı
karakterli bu kişiler, kendilerini fiziki ve cinsellik açısından da, üstün
gördükleri, efendi olarak kabul ettikleri tiplere beğendirmeye çalışırlar.
Ortadoğu ve Asya'nın genç kızları, Batı'daki derin yapılanmaların orta yaşı geçmiş,
maddi imkanları geniş bazı tiplerine adeta sunulur.
Nasıl ki zaman zaman sinema sektöründe ünlü
olmak isteyen genç kızlar cinselliklerini kendilerini ünlü yapacağına
inandıkları insana sunarlarsa, Ortadoğu ve Asya'nın ezik, özenti, aşağılık
kompleksi olan bazı kadınları da tanınan bir gazetede yazısı yayınlansın, ünlü
bir kanalda yorumlarına yer verilsin diye cinselliğini sunar. Filistinli,
Pakistanlı, Mısırlı birçok genç kadının bu tarz ilişkiler kurarak ve ilişkileri
kullanarak belli çevrelere dahil olduğu bilinen bir durumdur.
Kabul görmek için cinselliğini sunan bu
genç kadınlar, garip bir yapılanmanın içine dahil olmuş olurlar. Burada
sadece bağlantı halinde olduğu efendisine değil, efendisinin yönlendirdiği
kişilere de cinselliğini sunmaya mecburdur. Bu, çok aşağılayıcı ve küçük
düşürücü bir durum olmasına rağmen söz konusu çevrelerde pek yadırganmaz.
Filistinli güzel bir kızın, ünlü bir Musevi iş adamıyla birlikte olmaya
başlaması, bu sayede hayatı boyunca imrendiği çevreye dahil olması, bu çevrede
tutunabilmek için başka "efendilerle" de ilişki içine girmesi sıkça
rastlanan bir durumdur. Derin Amerika ve derin İngiltere siyaseti içinde yer
alan bir çok politikacının da bu durumdan istifade ettiği bilinmektedir. Eski
Bakanlar, eski Başbakanlar, eski milletvekillerinin de dahil olduğu bu klan
tipi yapılanma içinde birçok Ortadoğulu ve Asyalı genç kız çok acı bir şekilde
kullanılmaktadır.
Halk, gazeteleri okurken, televizyonda yorumları seyrederken bu
acı gerçeğin farkında olmaz. Bu insanları kendi fikirlerini anlatıyor, üzerine
düşünüp araştırma yaptığı bilgileri aktarıyor zanneder. Oysa cinsel açıdan dahi
söz konusu çevrelerin kontrolü altına girmiş bu kişilerin kendilerine ait bir
fikirleri veya yorumları olması mümkün değildir.
Efendilerine Olan
İnanç Teslimiyeti
Ortadoğu ve Asya'nın yancılarının en dikkat çeken
özelliklerinden biri de efendilerine olan inanç teslimiyetidir. Yani, bu
kişiler Kuran'a, Peygamberimiz (sav)'e ve vicdanlarına Allah'ın ilham ettiği
doğruya göre değil, kendileri için biçilen sisteme göre bir inanç
geliştirirler. Yancılığını yaptıkları kişilerin dünyaya bakış açısını tamamen
kabullendikleri gibi, inançları da onların yorumlarına göre şekillendirirler.
Allah'ın dediğini önemli görmezler, ama haşa ilah gibi gördükleri derin
Amerika'nın, derin İngiltere'nin ne dediğini çok önemli görürler. Kuran'da
yazanı uygulamazlar ama adeta putlaştırdıkları efendilerinin her dediğini
uygularlar. Müslümanların, İslam coğrafyasının menfaatini düşünmezler ama köle
gibi bağlandıkları çevrelerin menfaatini en ince detayına kadar korurlar.
Aslında bu tavırları, Müslümanlara karşı duydukları bilinçaltı kinin, İslam
coğrafyasında doğdukları için duydukları bilinçaltı öfke ve ezikliğin dışa
vurumudur.
Örneğin savundukları bir fikir yüzünden Müslümanların zarar
görecek olması bu tipleri hiç rahatsız etmez. "Teröre karşı tavır
koyuyorum", "İslam'ın gerçekte bu olmadığını" anlatıyorum kılıfı
altında mazlum, sivil Müslümanları büyük bir açmazın içine sokarlar. Başta Irak
ve Suriye olmak üzere, Pakistan, Yemen, Afganistan gibi birçok ülkede
gerçekleşen hava saldırılarını savunmak bunlardan biridir. Hava bombardımanı
kadın, çocuk, yaşlı hasta ayırt etmeden hedef seçilen alandaki insanların
hepsini birden yok eden, toptancı bir cezalandırma yöntemidir. Ve ne vicdana ne
insan hakları ve hukuka uygundur. Dünyanın hiçbir demokrat ülkesinde, ağır suç
işlemiş insanı yakalamak için köyler, kasabalar yok edilmez. Hiçbir demokrat
ülkede cani bir katil dahi yargılanmadan başına bomba yağdırılarak öldürülmez.
Ama söz konusu olan İslam coğrafyası olduğunda derin çevreler hukuk ve
demokrasi değerlerini rafa koyarlar. İşte bu aşamada bu insanlık ve vicdan dışı
uygulamayı kamuoyuna "makul" gösterme sorumluluğu da Ortadoğu ve
Asya'nın yancılarına düşer. Bu kişiler, "terörle mücadele" adı
altında, İslam coğrafyasını yakıp yıkacak, yerle bir edecek, çok sayıda sivilin
ölmesine sebep olacak yöntemleri dahi hararetle savunurlar. Efendileri
"öldürelim" diyorsa onlar da "öldürelim" derler. Efendileri
"bombalayalım" diyorlarsa onlar da hep birlikte "bombalayalım,
hatta daha da fazlasını yapalım" derler. Oysa terörle gerçekten mücadele
etmek isteyen, terörün fikri zemininin ortadan kaldırılması gerektiğini bilir.
Fikri hiçbir çalışma yapmadan silahla, bombayla çözüm oluşmayacağını bilir.
Daha da önemlisi şiddetin her zaman daha çok şiddet doğuracağını da bilir.
Ancak bu kişiler için önemli olan bu doğrular değil, yancılığını yaptıkları
kişilerden "aferin" almaktır. Sırf bu "aferin" için, sırf
daha çok takdir toplamak için Kuran'a uygun olmayan, vicdansızca uygulamaları
var güçleriyle savunur, katillerin yanında saf tutmayı kabullenirler.
Bu yancıların inanç teslimiyetinin bir başka çarpıcı örneği de
hiçbir şekilde İslam Birliği'ni gündeme getirmemeleri, hatta tam tersine
birliğin kendilerince imkansız olduğunu anlatmalarıdır. Allah Müslümanlara bir
olmalarını emretmişken, Kuran'ın çok sayıda ayetinde Müslümanların kardeş ve
birlik olmaları gerektiği anlatılmışken, bu kişiler ısrarla birliğe
karşıdırlar. Bu karşı tavırlarını da oldukça sinsi taktiklerle ortaya koyarlar.
Mesela, açıkça "birlik olmayalım" demezler. Çünkü bunun tepki
alacağını bilirler. Bu yüzden mevzu hadisleri kullanırlar. Peygamberimiz
(sav)'e atfedilen, oysa doğru olmayan "Ümmetin ihtilafında rahmet vardır"
hadisini kullanırlar. Böylelikle, "bakın Peygamber dahi birlik olmamak
gerektiğini" söylüyor diyerek Müslümanları etki altına almaya çalışırlar.
Oysa Peygamberimiz (sav) Kuran'a uygun olmayan bir sözü asla söylemez. Onlarca
Kuran ayetiyle Müslümanların bir olması emredilmişken, "ihtilafta rahmet
var" demez. Müslümanlar için rahmet birlik olmaktadır, çünkü bu Allah'ın
emridir. Ne var ki, yancı karakterli tipler için Allah'ın emri değil, uydusu
olarak yaşadıkları patronlarının menfaatleri önemlidir.
Türkiye'deki Yancılar
Dikkatlice bakıldığında, çeşitli Ortadoğu ve Asya ülkelerinde
yaygın olan yancı karakterinin Türkiye'deki örneklerini görmek mümkündür. Kendi
ülkesinin manevi değerlerinden uzak, kendi kültürüne yabancı –daha doğrusu
yabancı taklidi yapan-, Türkiye'nin ortak değerlerini bilmiyormuş, halkın
inançlarını ve değerlerini tanımıyormuş havasında davranan, halkı küçük gören,
kendisini çok kıymetli zanneden, son derece dar bir açıdan olayları
değerlendiren bu kişilerin en belirgin yönlerinden biri de, Türkiye'nin
menfaatlerini hiç umursamamalarıdır.
Bu kişiler tıpkı diğer ülkelerdeki örnekleri gibi, sadece aferin
almak için, uzun uzun Türkiye'yi kötüler, Türk halkını küçümseyen yorumlar
yapar, daha da acısı ileride ülkemizin zararına olabilecek fikirlere aşkla destek
verirler. Özellikle son zamanlarda PKK'yı kendilerince kahraman özgürlük
savaşçıları olarak göstermeye çalışan, Türkiye'yi PKK tehdidiyle terbiye etmeye
yeltenen, ülkemize "ya PKK'ya destek verirsin, ya da sonuç çok farklı
olur" tehditleri savuran, bölünmeye zemin hazırlayan mantıklar öne
süren yazıların ve yorumların sayısının böyle artması da önemli bir
göstergedir. Batı'daki bazı düşünce kuruluşları tarafından servis edilen
fikirleri birebir savunan bu kişiler, ortaya koydukları mantığın nelere sebep
olabileceğini düşünmezler. Takdir görme, ünlü olma, hatta sadece yabancı bir
gazetecinin yazısında adının geçmesi umuduyla kendilerine telkin edileni
savunurlar. Bu fikirleri savunduklarında ultra modern, halkın göremediklerini
görebilen, müthiş teşhislerde bulunan bir kişi olarak algılanacaklarını
sanırlar. Oysa derin yapıların kendisine söylediğini tekrar etmekten öteye
gidemeyen, kendi kişiliğini ve öz saygısını yitirmiş olan, insanların büyük
çoğunluğunun da acıyarak baktıkları insanlardır.
Yancılar arasında yancılık yarışı da vardır. Kimin daha çok
aferin alacağı, kimin daha çok yancılık yapacağı yarışıdır bu. Yarışta üstün
gelebilmek için kendi ülkesinin, kendi devletinin, kendi milletinin
menfaatlerini tamamen bir kenara bırakıp, nasıl daha fazla yaranabileceklerini
düşünürler. PKK'nın hain bir terör örgütü olduğunu; askerlerimizi, polisimizi
şehit etmeye devam ettiğini bile bile, PKK'ya övgüler yağdırmanın,
teröristlerin affedilmesini gündeme getirmenin, hatta utanmadan Türkiye'nin
teröristlere silah yardımı yapması gerektiğini söylemenin ardında da bu
yancılık yarışı vardır. Yabancı basında sık sık yayınlanan Türkiye aleyhtarı
yazılar veya bu yazılarda yer alan bazı yorumlar da bir anlamda bu yarışın
tezahürüdür. "Belki beni de aralarına alırlar, benim de adım onlarla
birlikte anılır" umuduyla yapılan yancılık yarışı, bir süre sonra kişinin
her türlü çirkinliği kabul etmesine sebep olacak bir tahribat meydana getirir.
Çünkü bu kişilerde kendi davası, ideali, ailesi, milleti, vatanı, inancı gibi
kutsal değerlerin yerini "efendileri"nin ne dediği ne düşündüğü
endişesi alır.
Söz konusu kişilerin efendilerinden öğrendikleri ve küçük
düşürücü bir şekilde uyguladıkları bir başka tavır bozukluğu da züppeliktir.
Ortak Felsefe:
Züppelik
Züppelik Batı ülkelerinin çoğunda yaygın olan bir tavır ve ahlak
bozukluğudur. Ukalalık ve bilmişlikle karışık bir üslup içinde olan bu
insanların ses tonları, konuşma vurguları, oturuş tarzları, şakaları,
kendilerini ön plana çıkarma stilleri ortaktır. Kendilerini diğer insanlardan
farklı ve özel gören, bu "özel hali" her hareketleriyle vurgulamak
isteyen bir tavır içindedirler. Abartılı mimikler kullanmak, konuşmaların
arasında yabancı dilde kelimeler sıkıştırmak, sakız çiğneyerek konuşmak,
normalde hiç beğenmeyeceği şeylere hayranmış gibi anlatmak; belki de hiç
gitmediği yerleri çok iyi biliyormuş gibi, bir kere yan yana geldiği
insanları çok yakından tanıyormuş gibi, hiç dinlemediği müziği çok seviyormuş,
hiç izlemediği filmleri sanattan çok iyi anlıyormuş gibi yorumlayarak hava atan
konuşmalar yapmak züppeliğin en bilinen özelliklerindendir. Züppe kişiler için,
5 yıldızlı bir otelin lobisinde oturabilmek, bu otelin hediye olarak verdiği
puroyu içip dumanını insanlara doğru üflemek, elinde kadehle poz vermek, adı
bilinen bir lokantanın kapısında görünmek son derece önemli icraatlardır.
Kaliteli ve asil bir insanın hayatında sıradan olan detaylar
züppelerin hayatında abartılı öneme sahiptir. Çünkü bunlarla yüceldiklerine ve
değer kazandıklarına inanırlar. Diğer insanlara da kendilerince sahip oldukları
bu değeri göstermek gayretindedirler. Züppelik felsefesinin her bir
uygulamasıyla kişi, gözünde büyüttüğü insanlara "ben de
sizdenim" mesajını vermiş olur. Bu yüzden züppelik bir anlamda da
basit insanlar arasında ortak bir dil, ortak bir felsefedir. Bir züppe diğerini
gördüğünde hemen tanır, bir züppenin dilinden yine en iyi başka bir züppe
anlar.
Züppelik çok küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir hal olmasına
rağmen, bir çok cahil insan züppelere içten içe büyük bir hayranlık duyar. Lise
çağlarından itibaren züppe tavrı gösterenler insanlar arasında itibar görürken,
mazlum ve efendi olan insanlar çoğu zaman değer görmezler. Liselerde aksi,
şımarık, ukala gençlerin ilgi odağı olmasının sebebi de budur. Lise yıllarının
ardından züppelik de gelişerek devam eder. Okul çağında dinlediği müzik grubu,
gittiği konserler, yaptığı alışverişler züppeliğin malzemesiyken, ilerleyen
yıllarda içinde bulunduğu sosyal çevre, tatil için tercih edilen mekanlar,
gezilen sergiler, makam-mevki, arabasının markası, oturulan semt gibi geçici
değerler önem kazanır. Bunların her biri daha mazlum olanı psikolojik olarak
ezmek için kullanılır.
Züppelik Ortadoğu ve Asya'nın yancılarıyla efendilerinin ortak bir felsefesidir. Ancak yancılar efendilerinden öğrendikleri züppeliği onların yanında asla yapmazlar. Kendilerinden aşağı gördükleri, gariban, sıradan insanları ezmek için onların yanında züppece davranırlar. Efendilerinin yanında ise son derece eziktirler. Onlara züppelik yapmayı tahayyül dahi etmezler. Mısır'da, Bangladeş'te veya Filistin'de Avrupa görmüş bir insanın kullandığı üslubu, yerel halka tepeden bakarak yaptığı teşhisleri gözünüzde canladırmanız zor değildir. Avrupa'da veya Amerika'da büyük eziklik içinde, köle gibi her denileni yapan, kişilik göstermeden yaşayan tipler, kendi ülkelerine döndüklerinde, sanki o ezilen kendisi değilmiş gibi, bambaşka bir karakter gösterirler. İşte bu, züppeliğin bir uygulamasıdır. Durumun acı yönü ise, gariban halkın bu züppelik uygulamasına çoğu zaman hayran kalması, bu kişileri adam yerine koymasıdır.
Oysa hayran olunması gereken asıl ahlak, kaliteli ve asil mümin
ahlakıdır. Dünyanın tüm nimetlerinin sahibinin Allah olduğunu bilen, gücün ve
kuvvetin sadece Allah'a ait olduğuna iman etmiş, teslimiyetli müminin kişiliği
kale gibidir; sağlam ve sarsılmazdır. Gölge varlıklarla karşı karşıya olduğunun
bilincinde, her an Allah'ın kendisine şahit olduğunun şuurundadır. Basitliğe
asla tenezzül etmez. Çağlar üstü modern, çağlar üstü kalitelidir. Kendisini
şekillendirmek isteyenlere göre değil, Allah'ın istediği ahlaka göre yaşar.
Yancıların çok önemli görüp kölesi haline geldikleri efendilerinin de aciz
birer kul olduğunu, hepsinin ölümlü varlıklar olduğunu bilir. Bir insana
gösterdiği saygı ve verdiği değer o kişinin takvasıyla doğru orantılıdır.
Kimseye karşı nezaketsizlik yapmaz, ama acz içindeki insanların karşısında
ezilmenin ne kadar küçük düşürücü olduğunu bilir. Müminin nefsini karşısında
koşulsuz ezeceği, candan bir teslimiyetle teslim olacağı tek varlık Allah'tır.
Dipnotlar
62. http://ajanshaber.com/-ypg-pkk-tarafindan-kuruldu-haberi/132098
63. http://ajanshaber.com/-ypg-pkk-tarafindan-kuruldu-haberi/132098
64. http://haber.sol.org.tr/dunyadan/barzani-ile-gerilimin-ardindan-pyd-74-kdp-mensubunu-serbest-birakti-haberi-73385
65. http://www.radikal.com.tr/dunya/barzaniden_tekci_ve_dayatmaci_pydye_kinama-1192855
66. http://www.timeturk.com/tr/2013/ 08/01/esed-in-zindanlarindan-ciktik-pyd-zindanlarina-girmeyiz.html#. VJZcxsBGo
67. http://www.haber10.com/haber/540076
68. http://www.hrw.org/news/2014/06/ 18/syria-abuses-kurdish-run-enclaves
69. http://www.thedailybeast.com/articles/2015/06/02/town-the-u-s-helped-save-now-run-by-terrorists.html
70. A.g.e.
71. http://www.thedailybeast.com/articles/2015/06/02/town-the-u-s-helped-save-now-run-by-terrorists.html
72. A.g.e.
73. http://www.washingtonpost.com/blogs /worldviews/wp/2014/10/27/turkey-still-thinks-this-guy-holding-a-baby-bear-is-a-terrorist-is-he
Yorumlar
Yorum Gönder