6. BÖLÜM TÜRKİYE NE YAPMALI?
Kitabın
şimdiye kadarki bölümlerinde verilen deliller ve açıklamalardan, Türkiye'nin
PKK belasıyla farklı açılardan ciddi şekilde sarılmış olduğu, KCK'nın bir virüs
gibi ülke içinde yapılanmış olduğu açıkça görülebilmektedir. Bu yapılanma ile
PKK'nın ülkeyi içten içe fethetmek üzere olduğu ortaya çıkmakta ve bu yapılanma
çeşitli sebeplerle Batı'dan destek almaktadır. Dolayısıyla şu an, sinsi ve
kahpe terör örgütü PKK, her zamankinden daha farklı yöntemlerle ülkeyi kuşatma
altına alıyor görünümü sergilemektedir. Bunu yaparken de ülkeyi savaş alanına
çevirmeye çalışmaktadırlar. Fakat bunlar olurken, bir kısım aydınlarımız,
yazarlarımız, politikacı veya bürokratlarımız, PKK'nın eylemlerine ve
pervasızlığına ses çıkarmamış, hatta bir kısmı şaşılacak şekilde katil
gerillaları temize çıkarma operasyonuna girişmişlerdir. Ancak PKK'nın her gün
ısrarla devam eden kahpece eylemleri karşısında onların da bir kısmı PKK'nın
gerçek yüzünü anlamış, PKK aleyhine dönmüş durumdadır.
Ülkemizin
özellikle Güneydoğusu bu kadar kapsamlı kuşatma altına alınmışken bu kişilerin
söz konusu tavırları da halkımız nezdinde bir rehavet oluşturmuş, tehlikenin
kapsamı tam olarak anlaşılamamamıştır. Büyük bir kesim tarafından ülkemizin
karşı karşıya olduğu tehlikeye bir isim konulamamakta, nasıl çözüm alınacağı
bilinmemektedir. Söz konusu tehlikeyi bertaraf edebilmek için yapılması gereken
en önemli şey, önce tehlikenin tarifini yapabilmek ve buna uygun bir tedavi
belirlemektir. İkinci önemli unsur ise, bu tedaviyi yaparken tüm siyasi
partilerimiz ve Türkü, Kürdü, Lazı, Abazası, Romanı, Çerkezi, Ermenisi, Rumu,
Müslümanı, Hristiyanı, Musevisi hatta ateisti ile tüm halkımız olarak topyekûn
olarak hareket etmemizdir. Aramızdaki bölünmelerin ve anlaşmazlıkların,
komünist terör örgütlerini her zamankinden daha fazla güçlendireceği
unutulmamalıdır.
Karşı
karşıya bulunduğumuz tehlikeye karşı alınması gereken önlemler aşağıda, kısa
vadeli ve uzun vadeli tedbirler olarak maddeler halinde belirtilmiştir.
Önemli
hatırlatma
Türkiye,
oldukça stratejik bir coğrafyada, çatışmaların ortasında ve komünizm tarafından
tehdit altında bulunan bir devlet olarak kuşkusuz ki güçlü bir orduya sahip
olmak mecburiyetindedir. Bunun gerekliliği, bir sonraki başlık altında da
detaylı olarak anlatılacaktır. Fakat bir ordunun veya silahların var olması,
hiçbir zaman adam öldürmek için hazırlık yapmak anlamına gelmeyeceği gibi
mühimmat ve askerin mutlaka kullanılacağı anlamına da gelmemektedir. İnsanları
yanlış yapmaya sürükleyen, onları tuzağa düşüren sebepler yanlış ideoloji ve
fikirlerdir. Dolayısıyla yanlış fikre sahip insanları öldürmeyi hedefleyen
hastalıklı ve ürkütücü anlayış, korkunç bir barbarlıktır ve çok daha önemlisi
haramdır. Şu anda Ortadoğu'yu bir korku ve savaş ortamına sürüklemiş olan da
işte bu korkunç zihniyetin sonucudur. Yanlış fikirleri ortadan kaldırmanın
çözümü daha fazla insan öldürmek değil, bu fikirlere sahip insanlara doğru
eğitim vermektir.
Dolayısıyla
hangi din, hangi görüş, hangi ırk ve milletten olursa olsun bir insanın
öldürülmesi daima karşı olduğumuz ve tüm gücümüzle mücadele ettiğimiz bir
zihniyettir. Caydırıcılık unsurlarını tartışırken bu önemli gerçeğin mutlaka
hatırda tutulması gerekmektedir. Caydırıcılık başkadır, savaş ve adam öldürme
başkadır. Kuran'da Allah caydırıcı davranmayı teşvik etmiş, fakat saldırganlığı
yasaklamıştır.
1.
Devletin caydırıcı yönü hissettirilmelidir
Kuran'da
Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
Onlara
karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın.
Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin
bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız.
Allah yolunda her ne infak ederseniz, size 'eksiksiz olarak ödenir' ve siz
haksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal Suresi, 60)
Ayette
Cenab-ı Allah, bildiğimiz veya bilmediğimiz tüm düşmanlara karşı "bir
caydırıcılık unsuru olarak" askeri hazırlık yapılmasını öğütlemektedir.
Ayetten açıkça anlaşılabileceği şekilde bu askeri hazırlık, düşmanlık yapan
veya bunun hazırlığında olanlara korku salmakta ve onların güçlerini
kırmaktadır. Söz konusu tedbirler neticesinde saldırganlar, planladıkları
ataklardan caymak zorunda kalmakta, etkisizleşmektedirler. Dolayısıyla askeri
anlamda güçlenip kuvvet toplama ve bu konuda hazırlık yapma, tehlikeleri
sindirmek için Müslümanların başvurması gereken önemli bir yoldur, gereklidir.
Güneydoğu'da
oluşan ve PKK'nın şehir içlerinde güçlenmesine olanak veren vahim duruma karşı
bölge halkı, Devletimizin kendisini daha fazla hissettirmesini ve bunun için de
çok acele edilmesini sıklıkla dile getirmektedir. PKK, kahpece eylemlerine göz
göre göre devam etmekte, askerimize, polisimize sokak ortasında pusu kurmakta,
kalleş yöntemlerini arsızca sürdürmektedir. Bu sinsi tuzakları, sokaklarda KCK
mahkemelerinin çadırlarını gören, YPG sözde asayiş birimlerinin her fırsatta
devrede olduğuna şahit olan, sıklıkla PKK tarafından tehdit edilen, haraca tabi
tutulan halkımız; Devletimizi ve askerimizi daha güçlü şekilde bölgede görmek
istemektedir. Aksi takdirde şüpheye düşmekte, korunamayacaklarına inanmakta ve
mecburen bölgede güçlü gördükleri KCK'nın dediklerini yapmakta, destekçisi gibi
gözükmektedirler. Tehdit o kadar büyüktür ki, bu insanlarımız PKK'ya karşı
mücadele ettikleri surette Devletin kendilerini koruyup korumayacağı konusunda
şüpheye düşebilmektedirler.
Bu durumun ortadan kaldırılabilmesi için caydırıcı unsurların devreye sokulması gerekmektedir. Caydırıcılığın başlıca şartı kuşkusuz ki silah ve güçlü bir ordudur. Ordumuzun güçlü ve ihtişamlı bir şekilde özellikle Güneydoğu illerimizde sıklıkla kendisini göstermesi elzemdir. Ordumuz daha kapsamlı, menzili yüksek olan silahlarla donatılmalı, mühimmat bakımından güçlendirilmeli ve askerlerimiz mutlaka toplu halde dolaşmalıdırlar. Geniş yetkili polisimizin yanı sıra bölgede özel harekat birimlerinin sürekli olarak bulunması şarttır. Etrafta umarsızca asılmış PKK paçavralarına izin verilmemesi, kurulan çadırların hemen yıkılması, provokasyonlara göz açtırılmaması hayatidir.
Özel harekat, bölgede sürekli bulunmalı, kalekolların yapımı devam etmelidir. Kalekolların hem sayısı hem kalitesi artmalı; kalekollar, güvenliğin yanı sıra bölge halkına da katkı sağlayacak yaşam alanlarına dönüştürülmelidirler. |
Yolların kesilmesi, tırların yakılması gibi kalleşçe eylemlerin en sert
tedbirlerle önüne geçilmelidir. Tehdit mektuplarının kaynağı hemen tespit edilmeli
ve ilgili kişiler hızlı bir şekilde gözaltına alınmalıdır. PKK, azgınlaşmaya
teşebbüs ettiğinde karşısında özel eğitimli, gerilla savaşını yakından tanıyan
ve geniş yetkili özel harekat birimlerini mutlaka görmelidir. Bu birimler,
sayıca oldukça fazla askerlerden oluşmalı, küçük bir kasabaya dahi büyük
birlikler gönderilmelidir. PKK'nın azgınlaştığı ve şehit haberlerinin arttığı
şu günlerde ise yapılması gereken seferberlik ilan edip, kısa süre içinde 4
milyon askeri toplayıp, PKK ile ilgili sorunları bir veya birkaç gün içinde
bitirmektir.
Güneydoğu
illerimizin merkezlerinde ve caddelerinde söz konusu özel harekat birimlerinin
Allah-u Ekber nidalarıyla yürüyüş yapmaları, ellerindeki mühimmatları PKK'ya
tanıtacak şekilde bir resmi geçiş düzenlemeleri tedirgin kalpleri teskin
edecektir. Tekrar hatırlatalım bu silahlar saldırı ve öldürme amaçlı değil,
sadece caydırma amaçlı sergilenecektir.
Kalekolların
yapımına devam edilmelidir. Özellikle son dönemlerde PKK'nın gözü dönmüşçesine
askerimize ve polisimize yönelik saldırıları, pervasızca gerçekleştirilen sokak
çatışmaları, askerimize ve polisimize kurulan hain pusular bile kalekolların
yapımının devam etmesi için yeterli bir sebeptir. Zaten hali hazırda savaşın
devam ettiği Suriye ve Irak sınırımız itibariyle de Güneydoğu bölgemiz riskli
bir coğrafyanın içindedir; kalekol yapımlarının sürmesi bu bakımdan da büyük
önem taşımaktadır. Kalekolların sayısı artarken kalitesi de artmalı, bu
birimler birer güvenlik noktası özelliğini taşırken aynı zamanda sağlık, eğitim,
sosyal aktiviteler gibi hususlarda da bölge halkına katkı sağlayacak yaşam
alanlarına dönüştürülmelidir. Bölgenin
en iyi ve en kapsamlı şekilde gözetlenebilmesi için MOBESE sistemlerinin çok
profesyonel hale getirilmesi şarttır.
"Düz ovada gerilla savaşı yapan IŞİD'e yenildiğini”113 itiraf eden Cemil Bayık hatırlanacağı gibi
Die Zeit gazetesine ise,“Türkiye artık
düzenli orduyla bize karşı bir savaş yürütemez”114 demiştir.
Kendilerinin de yaptığı gibi enseden vuran kahpece saldırılara karşı çaresiz olduğunu
açıkça dile getirirken, Türkiye'yi de –sırf kahpece bir gerilla mücadelesi
yapmadığı için- kendince güçsüz görmektedir. Bunun için uzun menzilli füze
üretiminin veya alımının hızlandırılması ve söz konusu füzelerin özellikle
riskli bölgelere, hatta doğrudan Kandil'e doğru konuşlandırılması
gerekmektedir. Füze kuşkusuz ki tank, tüfek, top, hatta uçak gibi tüm diğer
savunma silahları arasında en etkili ve en caydırıcı olandır. Bu sebeple
menzili oldukça uzun olan füzelere ağırlık vermek elzemdir.
İran'ın şiddet, saldırı, idam gibi uygulamalarını tasvip etmemiz mümkün değildir. Fakat caydırıcılık ve güç gösterisi bakımından İran örneğinin dikkate alınması önemlidir. PKK ile mücadele konusunda İran ile ittifak yapıldığı takdirde, PKK'nın büyük bir güç ve moral kaybına uğrayacağı açıktır. Bu ittifak kısa süre içinde gerçekleştirilmelidir. |
Bu noktada İran
örneğini hatırlatmak yerinde olacaktır. İran, hatırlanacağı gibi, 2011 yılında
PJAK'a (PKK'nın İran kolu) yönelik olarak ani bir operasyon başlatmıştır. Söz
konusu operasyon sırasında İran içlerine girmiş olan PKK militanları geri
çevrilmekle kalmamış, İran Devrim Muhafızları Kandil dağına kadar militanları
kovalamış, PKK'ya ait bir kampı tümüyle ele geçirmiş ve kamplara yönelik
kapsamlı bir operasyona başlamak üzereyken PKK'ya geri çekilmeleri için süre
vermiştir. Irak'taki Peşmergeler de sınırları koruma altına almaları konusunda
uyarılmıştır. O dönemde PJAK, şiddetli korku sebebiyle, İran Devrim
Muhafızları'nın verdiği süreden çok önce geri çekilmiş ve "tek
taraflı" ateşkes ilan etmek mecburiyetinde kalmıştır. İran'dan ise bu tek taraflı
ateşkese uymasını "rica etmiştir". Karayılan'ın o dönemdeki
açıklamaları, İran yönteminin PKK'nın üzerinde nasıl bir deprem etkisi
yarattığını açıkça göstermektedir:
...Kandil
alanında ve yine daha değişik alanlarda artık sınır üzerinde PJAK gerillaları
olmayacaktır. Bu, İran'ı yeni bir saldırıya tahrik etmemek için tek taraflı olarak
alınmış bir tedbirdir ve umarım İran tarafından da dikkate alınacaktır. Gelinen
aşamada İran ile çatışma durumu çok kritik bir noktaya gelip dayanmış
bulunmaktadır. Çünkü bu aşamadan sonra İran tekrar saldırılarını başlatırsa,
artık sadece PJAK değil, biz de PKK olarak devreye girmek durumunda
kalacağız... Oysa biz PKK olarak İran'a karşı herhangi bir savaş ilan etmedik.
İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı savaşmak da istemiyoruz.
Karayılan'ın İran'la
savaşa karşı bu isteksizliği, İran'ın elindeki silahlar ve güçlü ordusu
nedeniyle korku duyması ve yenileceğinden emin olmasındandır. Karayılan'ın yana
yakıla yaptığı açıklamalar da bunu teyit eder niteliktedir:
İran, PJAK
şahsında ifadelendirdiği bu saldırısıyla tüm Kandil'i işgal etmek
istemektedir... Tankını, topunu, modern bütün silahlarını, değil sadece
Kandil'i, Hewler'i ve daha da ötesini vurabilecek füzelerini, roketatarlarını
ve bütün tekniği ile 30 bin askerini Kandil'in karşısına konumlandırmıştır.115
Burada şunu
hatırlatmak gerekir: İran'ın şiddet, saldırı, idam gibi uygulamaları hiçbir
şekilde tasvip edebileceğimiz yöntemler değildir. Fakat caydırıcılık ve güç
gösterisi bakımından İran örneğinin dikkate alınması önemlidir. Karayılan'ın
açıklamalarından da anlaşılabileceği gibi sınıra dizilmiş olan İran füzeleri,
roketatarları ve İran askeri PKK üzerinde çok ciddi bir panik meydana getirmiş;
PKK adeta kendi parçası olan PJAK'la alakası olmadığını iddia eder bir aşamaya
gelmiştir.
Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın. Bununla, Allah'ın düşmanı ve sizin düşmanınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah'ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup-caydırasınız...(Enfal Suresi, 60) |
PKK açıkça İran'dan af dilemekte, mecburen aldıkları ateşkes kararına İran'ın da uyması için yalvarmaktadır. Bütün bunlar İran'ın güç gösterisinin bir sonucudur. Türkiye'nin de elinde oldukça güçlü bir ordusu ve imkanı olduğu açıktır. İran'ın anti-demokratik uygulamalarını değil, fakat caydırıcı vasfını bu konuda uygulamaya geçirmesi, hatta PKK ile mücadele konusunda İran ile işbirliği yapılması faydalı olacaktır. İlerleyen satırlarda bu konunun üzerinde durulacaktır.
Özel Harekat birimlerimiz, özellikle Güneydoğu bölgemizde kendilerini göstermeli, Devletin caydırıcı gücü özellikle bu birimler vesilesiyle hissettirilmelidir. Daha fazla özel harekat okulu açılması elzemdir. |
2. Koruculuk sistemi
güçlendirilmelidir
Koruculuk sistemi,
geçmişten beri PKK'ya Güneydoğu'da en büyük darbeleri vurmuş, en sağlam savunma
mekanizmalarının başında gelir. Güneydoğu'nun güzel Kürt halkı, Kürt
milliyetçiliğini kullanarak ortaya çıkmış komünist terör örgütüne, yıllarca
canları pahasına hiçbir şekilde geçit vermemişlerdir. Ergenekon terör örgütünün
bölgede korkunç zulümler gerçekleştirdiği dönemlerde bile –bu konuya ilerleyen
satırlarda değinilecektir– yılmamışlar; Allah korkuları, imanları, vatan ve
millet sevgilerinden güç alarak canlarını siper etmişlerdir. Güneydoğu'nun pek
çok beldesi ve köyü, bu isimsiz kahramanlarımızın cesur ve yürekli mücadeleleri
nedeniyle asla PKK yuvası haline gelememiş, bu bölgelerin pek çoğuna PKK hiçbir
şekilde adım atamamıştır. PKK militanlarına karşı vatanına bağlı 70 bin köy
korucusu görev yapmıştır. Bu uğurda pek çok korucumuz şehit olmuş, kahpe PKK
tarafından aileleri dahi hedef alınmış, köylerine PKK tarafından baskınlar
düzenlenmiştir. Bütün bunlara rağmen köy korucularımız, korkusuzca, yalnızca
Allah'a bir can borçları olduğunu bilerek, Allah'a tevekkül ederek vatan için
görevlerini yerine getirmiş ve bundan da daima gurur duymuşlardır.
Koruculuk sistemi, geçmişten beri PKK'ya en büyük darbeleri vurmuş sistemlerden biridir. Bu nedenledir ki her ateşkes döneminde PKK'nın ilk şartı bu birimin kaldırılması olmuştur. İşte bu yüzden koruculuk sistemi mutlaka daha da güçlendirilmeli, daha fazla korumaya alınmalı, şartları iyileştirilmelidir. |
Dikkat edilirse
PKK'nın da tarihi boyunca en zorda kaldığı ve rahatsız olduğu konu köy
korucularının varlığı olmuştur. 26 Mart 1985 tarihinde 422 sayılı Köy
Kanunu'nda yapılan değişiklikle Geçici Köy Koruculuğu uygulamaya konulmuştur.
Devlet yanlısı köylülerin korucu olmasından hemen sonra, PKK, kahpe
kurşunlarını koruculara yöneltmiş; hatta daha da ileri giderek onların
köylerine girip eşlerini, yaşlılarını, çocuklarını katletmiştir. İşte böyledir;
PKK, namlusunu kalleşçe sadece savunmasız askere veya korucuya değil, mazlum
kadına, çocuğa, yaşlıya dahi uzatan, kundakta bebeklerin bulunduğu evleri ateşe
veren kalleş bir terör örgütüdür. Nitekim Öcalan birçok talimatında köy
korucularını ve ailelerini hedefleyerek şu emri vermiştir:
Köy, kişi, aile
olarak onları ablukaya almalıyız. Böyle özel bir intikam havasıyla onlara
yaklaşmak gerekiyor. Göz ardı edemeyiz, sindirmek şart.116
Ümit Özdağ'ın bu
konuda kitabında verdiği rakamlar oldukça ürkütücüdür:
PKK'nın devrimci
şiddetinin sınır tanımadığı bu süreçte 243'ü bebek ve çocuk, 172'si de kadın ve
çocuk olmak üzere toplam 799 sivil katledildi. Süreç sonunda korucular toplam
1614 şehit verdiler. Gazi olan korucu sayısı ise 1856'yı buldu.117
PKK'nın
"Kürtlük" propagandası, Kürt milliyetçiliğini kullanarak insanları
manipüle etmeye çalışması da koruculuk gerçeği ile tümüyle geçersiz
kılınmaktadır. Korucularımızın büyük bir kısmı Kürt ve Zaza kökenlidir. Geçici
Köy Korucu Dernekleri ve Şehit Aileleri Federasyonu Genel Koordinatörü Ata
Altın'ın ifade ettiği gibi, aileleriyle birlikte 1 milyonluk bir kitleye
karşılık gelen köy korucuları "Kürt
kökenlidir, Kürtçeyi konuşmaktadır, Kürt kültürünü yaşamaktadır; fakat terör ve
bölünme istememektedirler.”118
Ergani Kortaş Köyü
Korucubaşı Adem Çakmak ise şu güzel açıklamaları yapmaktadır:
Bizler devlet
yanlısıyız. Ergani'de 2 yıl önce ilk ben silah aldım. PKK'ya o zaman da karşıydık,
şimdi de karşıyız. Buralar elden gitmesin diye silah aldık. Çapulcular eline
silahı alıp buraları 'Kürdistan' ilan edemez. Bunu kabul etmiyoruz, bu arada
aslımızı da inkar etmiyoruz. Biz de Kürtüz ama bölücü değiliz.119
Geçici Köy Korucuları Haklarını Koruma ve Yardımlaşma Derneği Başkanı: "Biz mücadelemizin başında iken, PKK, nerede gölgemizi görse kaçacak delik arıyordu. PKK diye bir şey yoktu." |
Tarih boyunca bütün
silah bırakma şartnamelerinde PKK, ilk şart olarak köy korucularının devre dışı
bırakılması maddesini dayatmış ve bunun acilen uygulanmasını istemiştir.
Hatırlanacağı gibi çözüm süreci kapsamında yine silah bırakma bahanesiyle PKK
tarafından 10 maddelik bir şartname dayatılmış, bu 10 madde içinde "Çözüm
sürecinin sosyo-ekonomik boyutları" başlığı altında özellikle korucular
hedef alınmıştır. Bu maddeye göre "başta koruculuk sistemi ve boşaltılan
köyler sorunu olmak üzere yaklaşık 30 yıldır süregelen çatışma ortamının
yarattığı tüm sosyo-ekonomik sorunların giderilmesi" istenmiştir. Bu şart
tekrar göstermektedir ki, koruculuk, PKK'nın oldukça zayıf noktası, bir yürek
acısıdır.
Hal böyleyken köy
korucuları konusu Devletimiz tarafından daha ciddi şekilde ele alınmalıdır. Köy
korucu sistemleri çok daha ciddi şekilde güçlendirilmeli, korucularımızın
sayısı iki katına çıkarılmalı ve Devletimizin daha fazla koruması ve desteği
altına alınmalıdır. Bu konuda hükümetimiz tarafından hali hazırda çalışmalar
yapıldığı bilinmekte ve bu çabalar bizleri sevindirmektedir. Köy korucularına
güçlü silahlar verilmeli, bu silahları gittikleri her yerde taşımalarına olanak
sağlayacak kanunlar çıkarılmalıdır. Maaşları tekrar düzenlenmeli, maaşlarda
iyileştirme yapılmalı, aileleriyle birlikte rahat edecekleri ve güvende
olacakları bir ortam sağlanmalıdır. Geçici köy korucularının sigorta kapsamında
olmamaları büyük bir sorundur; bu sorunun hemen bertaraf edilmesi ve gerekli
sigorta işlemlerinin mutlaka yaptırılması gerekmektedir. Bu kişiler, canlarını
Allah rızası için vatan adına ortaya koymuş kişilerdir, onlara bir zarar
geldiğinde hem onların hem de ailelerinin rahat ettirilmesi ve sosyal güvence
altında olmaları Devletin sorumluluğunda olmalıdır. Korucularımızın
emekliliklerinde ellerinden silahlarının alınmaması elzemdir. Çünkü
bilinmektedir ki, PKK bu kişileri bellemekte, onların savunmasız olacakları
zamanı beklemektedir. Dolayısıyla emeklilik sonrası bu kişileri savunmasız
bırakmak PKK'ya hedef göstermek anlamına gelir. Emekliliklerinin sonrasında da
belli bir maaş ile bu kişilerin aileleriyle birlikte rahat etmeleri
sağlanmalıdır.
20 yıldır kolluk
kuvvetleriyle birlikte PKK ile mücadelede doğrudan aktif görev almış olan
korucularımızla sık sık durum değerlendirilmesi yapılmalı, onların tecrübelerinden
ve istihbaratlarından her daim faydalanılmalıdır. Çoğu zaman araziyi bilmeyen
askerlerin yanlarına korucuları alarak hareket ettikleri bilinmektedir.
Dolayısıyla korucuların her açıdan etkisinin çok yüksek olduğu açıktır.
Güneydoğu illerimiz, insanıyla, tarihiyle, güzelliğiyle bizim için birer nimettirler. Kürt kardeşlerimiz, komünist terör tehdidi olmadan orada huzur içinde yaşayacaklardır. Şanlıurfa'dan muhteşem bir manzara. |
Son dönemlerde korucularımıza
yöneltilen kaçırma, rehin alma olaylarının sıklaşması, PKK'nın korucu
sisteminden tedirginliğinin bir diğer göstergesidir. Ancak bu tip olaylar kimi
zaman korucularımızın şehit olmasıyla sonuçlanmakta ve korucularımıza gerekli
koruma sağlanamamaktadır. Dahası söz konusu korucularımız tehdit mektuplarıyla
uzun süredir PKK'nın gözdağı ve yıldırma taktiklerine maruz kalmaktadır. Söz
konusu tehdit mektuplarında "Düşman!
Silahını iade et ki, Kürdistan'da yaşama hakkın olsun!” denilmekte,
Devletin verdiği silah düşman silahı olarak tanımlanmakta, ülkemizin
Güneydoğusuna ise "Kürdistan" adı verilmektedir. Bu pervasızlık devam
ederken, Güneydoğu'da yaşananları görmezden gelmek kuşkusuz ki akla ve vicdana
aykırıdır.
Geçici Köy
Korucuları Haklarını Koruma ve Yardımlaşma Derneği Başkanının A9
Televizyonu'nda yaptığı şu açıklamalar oldukça önemlidir:
Biz var iken,
Devletimiz bize görevde ihtiyaç duyar iken, mücadelemizin başında iken, PKK,
nerede bir gölgemizi görse, kaçacak delik arıyordu. PKK diye bir şey yoktu.120
Açıktır ki korucu
sistemi, PKK'nın hem korku duyduğu hem de çaresiz kaldığı hayati sistemlerden
biridir. Cumhurbaşkanımız'ın bu konuya ehemmiyet verdiği, korucubaşlarıyla
yaptığı toplantılar neticesinde açık şekilde görülmektedir. Bu hassasiyeti hükümetimiz
mutlaka devam ettirmeli, koruculara Devletin desteğinin her zaman süreceğini
hissettirmelidir.
3. Kürtçe Anadil:
Taktik mi, zorunluluk mu?
Kürtçe konusunda son dönemdeki atılımlar, özellikle Diyanet'in bastırmış olduğu Kürtçe Kuran meali çok önemli ve sevindirici gelişmelerdir. |
"Kürtçe
anadil" konusunun bir kısım Kürt kardeşimiz için oldukça hassas bir konu
olduğu aşikardır. Güneydoğu'da pek çok ana-baba sadece Kürtçe bilmekte,
dolayısıyla pek çok Kürt kardeşimiz ilk öğrendikleri dillerinin yok olup
gitmesinden endişe duymaktadırlar. Kürtçe diye bir dilin unutturulmaya
çalışıldığı, Kürtçe konuşan veya yazanların dışlandığı, hatta hapislerde
yattığı geçmiş Türkiye'ye bakıldığında bu çekincelerinde haklı oldukları
görülmektedir. İlerleyen satırlarda daha detaylı inceleyeceğimiz gibi,
Ergenekon terör örgütü pek çok konuda olduğu gibi Kürtçe konusunda da Kürt
kardeşlerimize büyük eziyetler çektirmiştir.
Şunu öncelikle
belirtelim: Kürt dilinin unutturulması ve tümüyle dışlanması gibi bir konu bu
ülkede asla bir daha olmayacaktır, buna kesin olarak izin vermeyeceğiz. Hatta
Kürtçe, ülkemizin önemli bir değeri olarak çok daha fazla bilinmeli, bunun için
çeşitli kurslar ve dernekler açılmalı, çok daha geniş bir alana
yaygınlaşmalıdır. Kürtçe eserler çoğalmalı, Kürtçe türküler daha fazla dinlenir
hale gelmelidir.
Bu konuda
hükümetimizin son on yılda başlattığı girişimler oldukça güzel olmuştur. TRT
Kurdi'nin açılması, çeşitli Kürtçe açılımları ve asıl olarak Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından Kürtçe Kuran meali hazırlanması oldukça önemli
gelişmelerdir. Kürtçe Kuran mealinin bunca yıldır basılmamış olması, zaten
Kürtçe üzerinde uygulanan baskının vahametini göstermektir. Diyanet İşleri'nin
ülkemizdeki başka dil ve lehçeler için de Kuran meali basma hazırlıkları olduğu
bilinmektedir. Bu çok güzel bir haberdir; ülkemizde Arnavutça, Ermenice,
Yunanca gibi çeşitli dillerde bu çalışmanın yapılması oldukça faydalı
olacaktır.
Anadil konusuna
gelince: Bu noktada Kürt kardeşlerimiz oldukça dikkatli olmalıdırlar. Çünkü
anadil konusu, PKK tarafından, özellikle aynı vatan içinde Türkler ve Kürtler
diye bir ayrımı yapmak için özel olarak kurgulanmış bir taktiktir. Komünist
eylemleri için daima Kürt milliyetçiliği kılıfını kullanmış olan PKK,
uyguladığı terör eylemlerini yine aynı kılıfa uygun hale getirebilmek,
müzakereler sırasında sanki hedefleri Kürtleri kurtarmakmış gibi görünebilmek
adına anadil konusunu gündeme getirmişlerdir. Burada tekrar belirtmekte fayda
vardır: PKK'nın yeniden başlattığı kanlı eylemlerle amacının aslında Kürt
kardeşlerimizi kurtarmak olmadığı gün yüzüne çıkmış durumdadır.
Şemdin Sakık, 2012
yılında Öcalan'ın cezaevi şartlarının iyileştirilmesi için PKK'lı ve PJAK'lı
483 hükümlünün Türkiye genelinde 58 cezaevinde "PKK zoruyla"
başlattıkları açlık grevinin istekler listesine "Kürtçe'nin anadil olarak
kamuda kullanılması" şartının sonradan eklenmesi konusunu şu şekilde
açıklamaktadır:
Örneğin
başlangıçta 'Anadilde Eğitim' isteği eylemin hedefleri arasında yoktu, belli ki
planlamayı yapanlar bu sloganı istekler listesine eklemeyi unutmuşlardı.
Peki neden?
Unutmak, beynin
gereksiz şeyleri temizleme faaliyetidir. Unuttular zira PKK'nın ... 'Anadilde
Eğitim' gibi bir sorunları hiç olmadı. Aksine hükümetin Kürt dili ve kültürüne
yönelik olarak attığı her adım, TRT-6'nın yayına başlamasında ve Kürtçe'nin
seçmeli ders olarak müfredata dahil edilmesinde görüldüğü gibi onların
tepkisini çekti ve var güçleriyle bu adımları boşa çıkarmaya çalıştılar.
TRT-6'da çalıştığı için Kürt kızı Rojin'i bile ölümle tehdit ettiler. Bunlar
özünde Kürt kültüründen o kadar uzaktırlar ki, Kürtçe'yi günlük hayatlarında
bile kullanmıyorlar. Dolayısıyla 'Anadilde Eğitim' maddesini istekler listesine
eklemeyi unutmaları tamamen böylesi amaçlarının olmayışından kaynaklandı. Bu
isteği sonradan eklemeleri ise bu sözde eyleme Kürt kitlesinin desteğini
kazandırmak ve eylemin gerçek amacını gizlemek içindi. 121
Gerçekten de, PKK'da
özellikle basılı yayın ve yazışmaların Türkçe ile yapıldığı, zorunlu olmadıkça
toplantılarda Türkçe konuşulduğu iyi bilinmektedir. 122 Pek çok kişinin
Kürtçe hakimiyeti bulunmamakta, hemen hiçbir köyün, hiçbir beldenin konuştuğu
Kürtçe birbiriyle benzeşmemekte, bu nedenle iletişim yolu olarak Kürtçe tercih
edilmemektedir. Bu nedenle kendi aralarında da en iyi anlaşma dili Türkçedir.
Kendi ideolojilerini okuyup iyi anlamak için de hep Türkçe eserlerden
faydalanmışlardır. Çünkü Kürtçe yayınlar her ne kadar var olsa da aslında
oldukça yetersizdir.
Dolayısıyla PKK'nın
gerçekte Kürtçe anadil gibi bir derdi yoktur. Örgüt, anadil kavramını daima
"Kürtlerin hakkını savunuyoruz" görünümünü vermek için kullanmakta ve
Kürt halkının olurunu almaya odaklanmaktadır. Keza Kürtçe, özellikle genç Kürt
nesil arasında da çok fazla tercih edilen bir dil değildir. Dünyaya açılmak,
tarihi bilgiler edinmek, edebiyat, bilim, teknoloji, tarih, genel kültür ve
siyaset gibi hiçbir konuda Kürtçe eserlere ulaşmak mümkün olamamaktadır. Hemen
her ülkede çeşitli dillerde yayınlanan ünlü bir eseri Türkçe olarak bulabilmek
mümkünken, Kürtçe olarak bulabilmek mümkün değildir. 21. Yüzyıl Enstitüsü'nün
Diyarbakır'da gerçekleştirdiği bir analiz şu şekildedir:
Diyarbakır'da
Türk olduğu için Kürtçe bilmeyen önemli bir nüfus olduğu gibi, Kürt veya Zaza
olmakla beraber Kürtçe'yi ve Zazaca'yı az bilen veya günlük yaşamında sadece
Türkçe konuşan çok önemli bir nüfus yaşamaktadır. Belediyelerin bütün
Kürtçeleştirme çalışmalarına rağmen, işçi arayan esnafın ilanlarını Türkçe
vermekte ısrar etmesi, Kürtçeleştirme çabalarının doğal bir süreç değil,
siyasal bir süreç olduğunu göstermektedir.123
UNESCO Kültür Mirası kapsamında bulunan muhteşem Diyarbakır surları ve Hevsel Bahçeleri. Ne komünist teröristler, ne de Kürtleri bizlerden ayırmaya çalışan derin güçler, bu güzel diyarlarda Kürt kardeşlerimizle birlikte yaşamamıza engel olamayacaklardır. |
Bu elbette siyasal
bir süreçtir. Osmanlı'dan beri bu topraklar üzerinde yaşayan hiçbir halkın dil
ile ayrılma gibi bir derdi olmamıştır. Osmanlı Devleti çok çeşitli ve
birbirinden tümüyle farklı etnik gruplardan oluşmasına rağmen Osmanlı'nın dili
daima Türkçe olmuştur. Vali ve milletvekillerinin Türkçe bilmesi zorunludur.
Devlet memurları yetiştiren Enderun'un dili Türkçe olduğu gibi, mahkeme
sicilleri de Türkçe olarak tutulmuştur. Bu durum Arabistan, Mısır, Bingazi,
Trablus, Rumeli, Balkanlar, kısacası Osmanlı'nın hakimiyeti altındaki her yerde
bu şekilde olmuştur. Bunun nedeni, Osmanlı toprakları üzerinde yaşayan her
ferdin din ve ırkına bakılmaksızın bir milletin temsilcisi olarak Türk
sayılmasıdır. Buradaki "Türklük" ve Türkçe'nin anadil olarak
kullanımı ırka yönelik bir tutum değil, bir bütünlük içindeki milleti tasvir
eden bir tanımlamadır.
Günümüz demokratik
ülkelerine bakıldığında da uygulamaların bundan farklı olmadığı görülecektir.
Uluslararası sözleşmelerde, özellikle insan hakları konusunda bugün Avrupa'da
yürürlükte olan ve dünyaca en kabul edilir ve yaptırım gücü yüksek kararlar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarıdır. Dolayısıyla insan hakları
yönünden olduğu kadar, yine insan hakları konusunun bir parçası olan dil,
kültür ve kimlik konularında başvuru kaynağının AİHM olması en doğru olandır.
AİHM içtihatları ise, üniter devletlerin içinde farklı bir dil arayışını
reddeden çok sayıda kararı içermektedir. Birkaç örnek şöyledir:
AİHM'e Türkiye'den
bir müracaat yapılmış; isim değiştirmek ve Türkiye alfabesinde bulunmayan q, w
ve x harflerini kullanmak isteyen bir vatandaş, iç hukuk yollarını tüketince
AİHM'e başvurmuştur. Mahkeme, talebi reddetmiştir.
İsviçre Federal
Mahkemesi, anayasanın dillerle ilgili hükmünü dikkate alarak milli diller
Almanca, Fransızca, İtalyanca, Reto Romanca ve resmi diller; Almanca, Fransızca
ve İtalyanca dışında vatandaşların anadili hangisi olursa olsun, bu dillerin
dışında başka bir dille okul açmasını, eğitim ve öğretim talebinde bulunmasını
reddetmiştir.124
PKK, Güneydoğu'nun
kendince doğal aşamalarla Türkiye'den kopmasını sağlamaya çalışmaktadır. Dili
ayırmak, bu komünist örgüt için bu kopuşu en fazla hızlandıracak unsur
olacaktır. Çünkü bunu yapınca, Güneydoğu'dan Ankara veya İstanbul'a gelmiş olan
bir Kürt vatandaşımız tümüyle yabancılık çekecek, Ordu'dan Güneydoğu'ya atanan
bir doktor hastasıyla iletişim kuramayacak, Antalya'dan atanan bir öğretmen
öğrencilerine hiçbir şey anlatamaz hale gelecektir. Bir ülkenin, birbiriyle
iletişim kuramayan, farklı dil konuşan, birbirinden kopuk toplumları ortaya
çıkacaktır. "Doğal bölünme" zeminini oluşturabilmek için PKK bu
anadil maskesini kullanmaktadır. Güneydoğu'yu tümüyle izole bir hale getirip
orada komünist bir yönetim kurmak, halkın üzerinde istedikleri gibi baskı
oluşturabilmek için kendilerince en kısa yol olarak bunu bulmuşlardır.
Eski Bakanlarımızdan
Sadi Somuncuoğlu bu olayı şöyle özetlemektedir:
Buradaki dil
tartışmalarının birinci amacı, varlığımızı hedef alan kanlı terörü 'dil ve
kültürel haklar' perdesi altında legalleştirmek ve meşrulaştırmaktır; ikinci
amacı ise; 'iki dilli – iki kimlikli' devlet yapısına geçişi sağlamaktır.
Böylece ülkemizin bölünmesinin yolu da açılmış olmaktadır.125
Kürt kardeşlerimiz,
yüzlerce sene aynı topraklar üzerinde birlikte yaşamış olan Türk milletini
ayırmak için kurgulanmış bu oyuna gelmemelidirler. Kürtçe elbette okullarda
ders haline gelmeli, mutlaka öğrenilmesi teşvik edilmeli, daima canlı tutulmalı
ve edebi, siyasi, sanatsal eserlerle zenginleştirilmelidir. Türk halkının
önemli bir değeri ve parçası olarak varlığını korumalı ve
yaygınlaştırılmalıdır. Fakat Türkçe'yi unutturup sadece Kürtçe öğreterek Kürt
annelerimizin, babalarımızın, dedelerimizin, ninelerimizin, kardeşlerimizin
Türkiye'nin geri kalanında adeta bir yabancı gibi kalmalarının hedeflenmesi ve
dil meselesinin kalleş terör örgütü tarafından bölünme unsuru olarak
kullanılması çok köklü bir sorunun zeminini oluşturmak içindir.
4. Dindarlığın
güçlendirilmesi
PKK'nın tüm baskılarına rağmen bunca yıldır Güneydoğu bölgemizde egemenlik kuramamasının en büyük sebebi Kürt halkımızın dindarlığıdır. Bölgede yeni neslin de dindar yetiştirilmesi PKK'ya en büyük darbelerden biri olacaktır. |
Kürt, Zaza ve Arap
kökenli kardeşlerimizin çoğunlukta yaşadığı Güneydoğu bölgemizin en önemli
özelliklerinden biri dindar olmasıdır. O topraklar İslam'ın sıcaklığı,
güzelliği, güzel ahlakı ile yoğrulmuştur; Allah'a derin sevgi ve muhabbet ile
güçlenmiş ve ayakta kalmıştır. Kürt kardeşlerimiz dinden ayrı düşünemez, dinden
ayrı yaşayamazlar. Bu nedenledir ki tüm baskılarına rağmen kalleş PKK'nın
tehditlerine sonuna kadar göğüs germiş, geçmişte derin devletin baskılarına
rağmen iman gücüyle vatanın bütünlüğünü korumaya kararlı davranmışlardır.
PKK'nın bunca yıldır Güneydoğu bölgemizde bir egemenlik elde edememesinin en
büyük sebebi, bölgeye hakim olan dindarlık olmuştur.
Geçmişte aşiretlerin
hakim oldukları bölgelerde feodal sistemi yıkabilmek için farklı ve oldukça
hatalı bir yaklaşımda bulunulmuş ve bu bölgelerin dinden uzaklaştıkları
takdirde feodal düzenden kurtulabilecekleri gibi yanlış bir anlayış gelişmiştir.
İşte bu nedenledir ki bölge gençlerine genellikle dinden uzak, çoğunlukla sol
eğilimli bir eğitim şekli sunulmuştur. Sol söylemlerin yaygın olduğu bir nevi
özenti kültürü geliştirilmek istenmiştir. Son yıllarda Kürt gençleri arasında
dindarlık oranının azalması bu metodun getirdiği vahim sonuçlardandır. Yeni
nesil bir kısım Kürt gençler bu zihniyet esasına göre yetişmiş, aldıkları bu
yanlış eğitim neticesinde "dinsizlik – Kürt ırkçılığı – PKK"
ekseninin ortasında kalmışlardır. Bu gençlik, geçmişte yaşananlar nedeniyle
öfkelidir; çözümün PKK'da olmadığını bilmekte ama yine de Kürt toplumlarını
yıllarca Devletimize kenetlemiş olan ortak din duygusu kendi açılarından
sekteye uğradığı için isteksizce de olsa PKK'ya yönelmektedirler.
Diyarbakır'da Ulu Cami'den güzel bir görüntü. Sol üstte: Dünya güzeli bir Kürt çocuğu. |
Birazdan eğitim
konusu çok daha detaylı anlatılacaktır. Fakat özellikle bu durumdaki gençlere
yönelik geliştirilmiş eğitim politikasına burada odaklanmak gerekmektedir.
Güçlü aile bağlarını simgeleyen aşiretlerin varlığı güzeldir ve bu aşiretler
Güneydoğumuz için birer süstürler. Fakat aşiretler içinde pek çok genci dağa
çıkmaya mecbur etmiş olan feodal sistemin verdiği zararları ortadan kaldırmak,
gençleri dinden uzaklaştırarak değil gerçek İslam eğitimi vererek mümkün olur.
Kadını ikinci sınıf vatandaş olarak görmek gibi din içine dahil edilmiş
hurafeleri gidermek sosyalist yaklaşımlarla mümkün olmaz. Sosyalizm kısa zaman
içinde PKK zihniyetindeki komünizm ve terör anlayışını getirecek ve toplumlar
eşitlik beklerken anarşi, adaletsizlik, yoksulluk, korku ve sevgisizlik belasının
içine düşeceklerdir. Güneydoğu'da gözlerimizin önünde böyle bir yapının
gelişmesine izin vermemiz imkansızdır.
Güneydoğu'da kadının üstünlüğü, demokrasi, adalet, sanat, bilim, barış gibi kavramları Kuran ayetleriyle anlatan bir eğitim sistemine ihtiyaç vardır. Kuran'da tarif edilen gerçek İslam'ın tanınması, yeni nesil Kürt gençliğinin yetişmesi bakımından önem taşımaktadır. |
Toplumda yer etmiş
hurafelerden kurtulmak ancak Kuran'da tarif edilen gerçek İslam'ın tam
anlamıyla anlaşılabilmesi ile mümkün olur. Bunu başarabilmek için de
Güneydoğu'da kadının üstünlüğü, demokrasi, adalet ve barış kavramlarını Kuran
ayetleriyle açıklayan bir eğitim sistemi geliştirilmelidir. Gerçek İslam'ın
sanat, müzik, bilim gibi değerleri teşvik ettiğini, en mükemmel demokrasi
şeklini tarif ettiğini, ırkçılığı lanetlediğini, kadını hiçbir toplumda
yaşanmadığı şekilde üstün tuttuğunu göstermek gerekmektedir. Bu eğitimi alan
gençler, kendi aşiret – aile bağlarını ve imanlarını güçlü tutmaya devam ederek
saygı temelli ve Kuran'a dayalı bir düzeni inşa edebilirler. Yeni nesil Kürt
gençlerimiz için bunu yerleşik kılmak çok kolay olacaktır. Yeter ki Devletimiz
eğitim şeklini bu şekilde düzenlesin.
Böyle bir eğitim,
bir kısım Güneydoğu gençlerini PKK'ya iten eşitsizliği ortadan kaldırırken, bir
yandan da PKK'ya vurulmuş ağır bir darbe olacaktır. Çünkü dindar gençler,
PKK'ya tevessül etmedikleri gibi aldıkları eğitimle PKK'nın çarpık ideolojisine
karşı koyabilecek şekilde donanımlı hale geleceklerdir. Böyle bir ideolojik
donanım, birazdan detaylarını görebileceğimiz gibi, PKK'yı halkımıza daha fazla
acı çektiremeyeceği şekilde, tümüyle etkisiz hale getirmek için yeterlidir.
5. Irak Kürt Bölgesi
ve İran ile ittifak
PKK ile mücadele konusunda özellikle Irak Kürt yönetimi lideri Mesud Barzani ile ittifak büyük önem taşımaktadır. |
Daha önce detaylı belirttiğimiz gibi, Batı'nın Büyük Kürdistan hayalinde dört ülkenin adı geçmektedir. Bunlardan Suriye, yıllardır içinde bulunduğu iç savaş ve kargaşa ortamının bir neticesi olarak ittifak veya çeşitli işbirliği önerileri açısından devre dışı kalmıştır. Fakat İran ve Irak özerk Kürt yönetimi ittifakımızın güçlü olduğu iki sınır komşumuzdur. Her iki ülkenin toprakları üzerinde PKK'nın komünist Kürdistan kurma hayali vardır ve her iki ülke liderleri de PKK'nın varlığından rahatsızdır. Bu son derece önemli ayrıntılar, üç ülkeyi PKK'ya karşı ittifak konusunda eşsiz birer aday haline getirmektedir. Şu durumda Türkiye'nin yapması gereken, PKK'ya karşı İran ve Irak'ı yanına alan büyük, etkili ve güçlü bir birliktelik kurmaktır.
Barzani, Duran Kalkan gibi PKK liderlerinin Kuzey Irak'ta seslerinin çıkmasını ve PKK'nın bölgede varlık bulmasını engellemek için Irak Kürt Parlamentosu'na çağrı yapmıştır. |
İran'ın PKK'ya
yönelik caydırıcı tutumundan daha önce bahsetmiştik. Elbette İran tarafından
gerçekleştirilen demokrasiye aykırı uygulamaları tasvip etmemiz mümkün
değildir; fakat İran ile özellikle sınırda PKK'yı caydırmaya yönelik çok güçlü
bir ittifak mümkündür ve mutlaka gerçekleştirilmelidir. Tarihe baktığımızda,
İran ve Türkiye'nin ciddi dostluk kurduğu zamanların PKK açısından oldukça
zorlu dönemler olduğu, iki ülke arasında soğukluk yaşandığı dönemlerde ise
PKK'nın hemen durumu yeni saldırılar için fırsat olarak değerlendirdiği
bilinmektedir. Demek ki PKK'yı, ciddi şekilde caydırıcı güç olarak gördüğü
İran'ın Türkiye gibi güçlü bir devlet ile ittifakı korkutmaktadır.
Bu fırsat iyi
değerlendirmelidir. Türkiye ordusu ve imkanlarıyla birlikte İran ile PKK'ya
karşı işbirliğini hissettirmeli, hatta bunu yeni stratejik anlaşmalarla resmi
hale getirmeli, istihbarat bilgileri paylaşılmalı ve PKK, herhangi bir
şımarıklığın nasıl sonuçlanabileceğini tahmin edebilmelidir. Böyle bir ittifak,
tek başına, PKK'nın tüm eylemlerini sona erdirecek güçtedir.
Irak Kürt Özerk
yönetimi açısından ise, Cumhurbaşkanı Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan
Barzani dindar kişilikleriyle bilinen güvenilir insanlardır. Türkiye ile
bağlarının güçlü olması son derece güzeldir ve bu birlikteliğin mutlaka daha
güçlü dostluk ve ittifaklarla pekişmesi gerekmektedir. Şu anda Irak Kürt bölgesinde
ciddi şekilde PKK hakimiyeti olduğu, hatta Peşmerge'nin bir kısmının PKK
destekçilerinden oluştuğu bilinmektedir. Zaman zaman Kandil'de mağaralarda
saklanan PKK yöneticilerinden Barzani'ye yönelik tehditler gelmekte ve Barzani
açıkça baskı altında tutulmak istenmektedir. Hatta bilindiği gibi 2015 yılı
başlarında PKK, bölgedeki karışıklıklardan faydalanarak, Irak Kürt bölgesinde
Ezidilerin yaşadıkları bölgeyi kendince kanton ilan etmiş ve Barzani bu duruma
oldukça ciddi tepki göstermiştir. Türkiye tarafından Kandil'e yönelik hava
operasyonları sırasında da PKK'ya ciddi tavır alan ve bu terör örgütüne
"Kürdistan'ı terk edin" şeklinde ültimatom veren yine Barzani'dir.
Barzani, PKK ile ilgili şikayetlerini zaman zaman dile getirmekte ve Türkiye'den
açık veya kapalı bir üslupla destek beklemektedir.
Barzani, kendisine
suçlamalarda bulunan PKK yöneticilerinden Duran Kalkan ile ilgili IKBY (Irak
Kürt Bölgesel Yönetimi) Parlamentosu ve hükümetine şu çağrıları yapmıştır:
Vatana ihanet
içindeki bu oluşuma karşı uygun tedbirleri alın. Bu tür oluşumlar tehlikelidir.
... Bu sesin (Duran Kalkan) çıkmaması için bütün gücünüzle çaba gösterin.
Vatana ihanet suçu olan bu görüşlerin önünü kesin. Şerefli Kürdistan halkına da
çağrım şudur: Böyle grupların Kürdistan'da varlık bulmasına izin vermeyin.
Vatana ihanet içindeki bu unsurlar iç savaş çıkarmak istiyor. Fitne çıkarmayı
amaçlayan bu oluşumlara imkan tanımayın. Kürdistan'ın savunulması ve halkımızın
birliğinin sağlanması için elinizden gelen çabayı gösterin. 126
PKK, Irak Kürt yönetimi için de geçmişten beri tehdittir. O bölgenin de refaha kavuşması, Iraklı Kürtlerin çocuklarını huzur içinde yetiştirebilmeleri için Türkiye ile ittifak yapılması şarttır. |
Açıktır ki Barzani,
Kürtlerin ve kendi özerk bölgesinin selameti ve bütünlüğü için endişe etmekte
ve PKK'yı fitne çıkaran, birliği bozan ve terör saçan bir virüs olarak
nitelemektedir. Kuşkusuz, kuruluşundan itibaren ABD'nin denetimi altında olması
Irak Kürdistan Özerk Yönetimi açısından riskli bir durumdur; çünkü söz konusu
yönetim bu sebeple ABD'nin yaptırım ve koşullarının dışına çıkamamakta, özgür
karar verememekte, denetim altında tutulmaktadır. Bu sebepledir ki Irak Kürt
Özerk Yönetimi, bir dönem gereksiz şekilde IŞİD ile bölgede çatışmaya girmiş,
bunun sonucunda da Peşmerge acı kayıplar vermiştir. Fakat bütün bunların yanı
sıra, ABD'nin bölgeden çekilmiş olduğunu da dikkate almak gerekmektedir. Irak
Kürt Bölgesi, ABD vesilesiyle elde ettiği ayrıcalıklı statüyü muhafaza etmek
için dost ve güçlü bir komşu ülkenin varlığına muhtaçtır. Bu şartlar da göz
önüne alındığında, Kürt Özerk Bölgesi'nin Türkiye desteğine her zamankinden
daha fazla ihtiyacı olduğu görülebilmektedir. Barzani bu talebi zaman zaman
dile getirmektedir. Elbette öncelikle sağlanması gereken Barzani'nin can
güvenliğidir. PKK tarafından sürekli tehdit altında tutulan ve ordusunda gizli
PKK'lılarla baş etmek zorunda kalan Barzani'nin içinde bulunduğu tehlike göz
önüne alınarak, Türkiye'deki özel birimler ve MIT tarafından korumaya alınması
elzem ve son derece acildir.
Büyük Ortadoğu
Projesi'nin felakete dönüştüğünü söyleyen ve "Türkiye'nin Amerikan
planlarına dahil olması, idam fermanını imzalaması anlamına gelir"
itirafını yapan CIA eski ajanı Graham Fuller'in bir başka doğru tespiti de şu
olmuştur: "Türkiye, Iraklı Kürtlerle
diyaloğunu arttırabilirse PKK sorununu çözebilir.”127
Bu oldukça doğru ve
önemli tespit mutlaka dikkate alınmalıdır. Irak Kürt yönetimi, İran ve Türkiye
gibi üç sınır komşusunun PKK'ya karşı müttefik olması, her türlü caydırıcı
unsuru PKK'ya yönelik olarak sergilemesi, istihbarat bilgilerini ve lojistik
desteklerini paylaşmaları, imkan olan her fırsatta PKK'ya yönelik dev bir
tehdit olduklarını hissettirmeleri, kısa süre içinde teröristleri caydıracak ve
susturacaktır. Türkiye'nin en kısa zamanda bu ittifakı sağlamak için harekete
geçmesi ve üç ülkenin PKK ile mücadele konusunda birlikte hareket etmesi
gerekmektedir.
6. Batı ile yakın
çözüm ittifakları sağlamak
Solda: İran Devrim Muhafızları Sağda: Kahraman Türk askeri Bordo Bereliler. PKK'ya karşı etkili bir caydırıcılık oluşabilmesi için hem Irak Kürt yönetimi hem de İran ile yapılacak bir ortak hareket, oldukça olumlu sonuçlar getirecektir. |
Amerika başta olmak
üzere Batılı düşünce kuruluşları ve siyasiler içinde, Ortadoğu'daki kargaşayı
insani bir sorun olarak ciddiye alan ve bu konunun çözümü konusunda samimi
şekilde çaba gösteren kişilerin varlığı kuşkusuz bilinmektedir. Burada,
Ortadoğu üzerinde bölme planlarının aslında sayıca oldukça az bir kesime ait
olduğu hatırlatılmalıdır. Pek çok politikacı, bürokrat ve kanaat önderinin
odaklandığı nokta "insan" ve "barış" olmuştur. Dolayısıyla
Ortadoğu'da olup bitenler onların da canlarını yakmakta ve çözüm için gayret
göstermektedirler.
Söz konusu kişiler,
Ortadoğu'ya dehşetli bir felaket getirecek olan PKK gibi bir komünist harekete
karşı ittifak içinde olunması gereken kişilerdir. Özellikle bölgedeki
Müslümanlara yönelik ılımlı ve sıcak politikaları olan ve aynı zamanda Ortadoğu
problemine çözüm arayan yurt dışındaki bir kısım isimlerle mutlaka bağlantıya
geçilmelidir. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarıyla bağlantı kurulmalı ve PKK
tehlikesi konusunda her biri ayrı ayrı bilgilendirilmelidir.
Etkili sosyal medya
kullanımı ile hem Türkiye hem de yurt dışında editörler, köşe yazarları, TV
yapımcıları ile tek tek bağlantıya geçilmelidir. Bu kişilere PKK'nın bölgedeki
komünist/materyalist özerk bir devlet kurma emelleri anlatılmalı ve bunu elde
etmek için sürdürdükleri sinsi, kanlı eylemler konusunda
bilgilendirilmelidirler. Yurtdışına ve ülkedeki bazı kesimlere karşı adeta
barış elçisi görüntüsüne bürünen PKK teröristlerinin ilk fırsat buldukları anda
sokaklarda pusu kurarak polisleri ve askerleri şehit ettikleri, evlerinde
uyuyan polislere kahpece silah doğrulttukları, kadınlara ve çocuklara dahi
saldırmakta tereddüt etmedikleri anlatılmalıdır.
Batı, PKK konusunda kapsamlı şekilde bilgilendirilmelidir. PKK'nın hainlikleri anlatılmalıdır. Türkiye'den başlayarak kurulacak komünist bir devletin nasıl korkunç sonuçlar getireceği Batı'ya her fırsatta izah edilmelidir. |
Türkiye'nin
bölünmesinin bütün dünyayı da etkileyecek zararları, olumsuzlukları
anlatılmalı, Türkiye'den başlayacak komünist odaklı bir parçalanmanın domino
etkisiyle tüm İslam ülkelerine, oradan da tüm kıtalara yayılacak bir savaş ve
terör ortamını tetikleyeceği izah edilmelidir. PKK'nın gerçek mahiyetinin pek
çok Batılı tarafından bilinmediği akılda tutulmalıdır. Komünist-Stalinist bir
terör örgütünün güçlenmesinin Ortadoğu için nelere mal olacağı mutlaka ikna
edici gerçeklerle izah edilmelidir.
Batı ile işbirliği
esnasında ve ikna çabaları sırasında çeşitli zorluklarla karşılaşılabileceği,
PKK gerçeğinden habersiz insanların bu izahlara direnebileceği dikkate
alınmalıdır. Bu sebeple anlatımlarda düşmanca veya ırkçı söylemlerden
kaçınılmalı, güzel, akılcı, sabırlı, samimi, ılımlı sözlerle anlatım
yapılmalıdır. Anlatılacakların fikri altyapısı kurulmalı ve bilimsel metotlar
seçilmedir. İlmi ve akılcı temellere dayanmayan, romantik, zayıf, delilsiz
anlatımlara kesinlikle yer verilmemelidir.
Batı'daki duyarlı
kişiler, "medeniyetler çatışması" fikri yerine "iyilerin
ittifakının" mutlaka zafere ulaştıracağı konusunda ikna edilmelidirler.
Sorunlara karşı, Hristiyan, Musevi ve Müslümanların ortak bir birlik içinde
hareket etmelerinin önemli olduğu ve Türkiye'nin bu konuda hazır olduğu mutlaka
vurgulanmalıdır. Gerçek İslam ve Kuran'ın yeterliliği anlatılmalı, Ortadoğu
politikamızın İslam'ın gerçek ruhunu yansıtan bir barış politikası olduğu
vurgulanmalıdır.
Türkiye'nin bir NATO
üyesi olduğunu fakat NATO'nun ülkemiz söz konusu olduğunda üzerine düşen
yükümlülükleri yerine getirmediği hatırlatılmalıdır. NATO, tarafımızdan yapılan
toplantı çağrılarına icabet etse de ülkemizin bölünme tehdidi altında terör
saldırıları ile karşı karşıya olduğu gerçeğine karşı büyük ölçüde ilgisiz
kalmaktadır. Amerika'ya yönelik bir terör saldırısına karşı Afganistan ve Irak
gibi iki ülkenin haksız yere işgal edilmesi normal karşılanmıştır. Fakat
Türkiye'ye 40 yıldır saldıran terör örgütüne karşı elle tutulur hiçbir şey
yapılmadığı, örgütün sadece ilgili devletler tarafından terör listesine
alındığı, bu şartın da PYD/YPG üzerinden bozulduğu, dolayısıyla terör örgütü
PKK'nın çeşitli kurumlar ve derin devletlerce doğrudan destekleniyor olduğu
herkese duyurulmalıdır.
7. Kesin çözüm:
PKK'nın ideolojisine vurmak!
YPG, PKK'nın bir koludur. Batılı devletler tarafından PKK terör listesindeyken YPG'nin listeye alınmaması ve dolayısıyla YPG'nin Batı tarafından rahatlıkla destekleniyor oluşu sadece PKK'yı beslemektedir. Batı, nasıl bir belaya ortaklık ettiğinin henüz farkında değildir ve mutlaka bilgilendirilmedir. |
PKK'nın ideolojisi
komünizmdir. Komünizmin kökeni ise Marksizm'dir. Marks ise, kendi geliştirdiği
bu ideolojiye neyi temel aldığını şu sözleriyle açıklar:
(Charles
Darwin'in Türlerin Kökeni kitabını kastederek) Bizim görüşlerimizin doğal tarih
temelini içeren kitap, işte budur.128
Darwin'in yapıtı
büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından
temelini oluşturuyor.129
Hatırlanacağı gibi
Öcalan, kendisini çağımızın Lenin'i olarak tanımlamıştır ve Stalin'in
uygulamalarını hayata geçirmeye çalışmaktadır. Öcalan'ın kendisine rehber
edindiği Stalin ise, kendi uygulamalarının temelini şu sözlerle açıklamıştır:
Genç nesillerin
zihnini yaratılış düşüncesinden arındırmak için onlara tek bir şeyi
öğretmeliyiz: Darwin'in öğretilerini.130
Görülebileceği gibi
dikkat çekici ortak nokta, Darwin'in evrim teorisidir. Komünizm için bu teori
çıkış noktası olarak alınmış, komünist liderler daima evrim fikrinin
yaygınlaşmasını savunmuşlardır. Daha önceki satırlarda detaylı değindiğimiz
gibi Öcalan bir Darwinist'tir ve PKK yapılanmasını bu ideoloji üzerine
şekillendirmiştir.
Şu an ülkemizde
uygulanan terör eylemleri ve Sovyetler Birliği, Çin, Kamboçya, Vietnam, Kore
gibi ülkelerde yaşanmış olan korkunç katliamlar hep tek bir ideolojiyi esas
almaktadır: Evrim teorisini. Bu şu demektir: Eğer evrim teorisi yıkılırsa,
komünizmin kendisine temel aldığı diyalektik ve komünal sistem gibi kavramlar
ortadan kalkacak, güçlünün zayıfı ezerek ayakta kalması ve doğadaki yaşam
mücadelesi kavramları yıkılarak komünizmin şart koştuğu terör ve anarşi zemin
bulamayacaktır. Komünistlere ise kötü bir haberimiz var; EVRİM TEORİSİ BİR
SAFSATADIR..
PKK'nın ideolojisi, Çin'de kan akıtan Mao'nun, Rusya'da dehşet saçan Stalin'in, Kamboçya'da kitle katliamları yapan Pol Pot'un ideolojisiyle aynıdır. PKK, Ortadoğu'da ve ardından tüm dünyada aynı korkunç sistemi inşa etmeye çalışmaktadır. |
PKK'nın dağda
militanlara verdiği ilk eğitim Darwinist eğitimdir. Ardından Darwinizm-komünizm
birlikteliği üzerine propaganda çalışmaları yapılır ve verilen tek yanlı eğitim
sonucunda terörü gerçekleştirmek, insan öldürmek veya ölüme gitmek son derece
kolaylaşır. Terör örgütünün ortadan kaldırılması için komünist ideolojinin
ortadan kaldırılması gerekir ki bu ancak Darwinizm'in bir safsata olduğunun
anlatılmasıyla mümkün olabilecektir. Fakat kendi okullarımızda kendi
çocuklarımıza Darwinist eğitim resmi olarak veriliyorken (bu konu önceki
bölümde detaylı olarak açıklanmıştır), değil dağa çıkan PKK'lılara doğru
eğitimi verebilmek, kendi çocuklarımıza bile hakim olmak oldukça güç olacaktır.
Allah vermesin, şiddetin ve vahşetin, tahammülsüzlüğün ve nefretin,
saldırganlaşmaların bu kadar yayılmasından şikayet eden toplumumuz içinde
komünist terörist zihniyetin yerleşmesi de bu eğitim sistemi dahilinde oldukça
kolaylaşacaktır. Dolayısıyla gençlerimiz PKK ile ideolojik anlamda savaşa son
derece hazırlıksızdır. Okullarda PKK militanlarıyla aynı yanlış eğitimi
aldıklarından, doğru eğitim onlara hiçbir koldan verilmediğinden, PKK'ya karşı
ideolojik mücadele zeminine sahip değildirler.
Kuşkusuz Darwinist
diktatörlük köklü bir yapılanmadır ve tüm ülkeler üzerinde etkili olduğu gibi
bizim ülkemizde de etkilidir. Dolayısıyla müfredatlarda değişiklik çok kolay
olmayabilir. Bu konuda yetkililer çözümsüz durumda kalıyor olabilirler. Fakat
yine de şu yöntem izlenebilir:
Okullarda genel
kültür olarak evrim teorisinin okutulması devam edebilir, bizim buna bir
itirazımız yoktur. Fakat aynı zamanda teorinin yanlışlığına dair cevapların da
verildiği çeşitli derslerin eklenmesi veya mevcut dersler içinde bu cevapların
anlatılması oldukça hayatidir. Bu konuda takdir öğrenciye bırakılacak;
öğrenciye sadece yeryüzü katmanlarından çıkarılmış çeşitli fosil örneklerinden
sunulacaktır. Çamurlu suda bir proteinin neden tesadüfen meydana
gelemeyeceğinin bilimsel delilleri anlatılacaktır. "Evrim tesadüfen bir
canlı hücrenin kendi kendine ortaya çıktığını söyler, bilimsel deneyler ise
bunun aksine şu sonuçları vermiştir" şeklinde bilimsel sonuçlar
aktarılacaktır. Bu bir Yaratılış dersi olmayacaktır. Sadece biyoloji dersinde
evrimsel sahtekarlıklar anlatılırken aynı zamanda bilimsel deliller
verilecektir, o kadar.
Bütün bunların
dışında özellikle Güneydoğu bölgemiz için özel bir eğitim programının
gerçekleştirilmesi şarttır. Bölge halkının anti-komünist eğitim alması ve aynı
zamanda bu eğitimin dağdaki teröristlere de ulaşması komünist terörün sona
ermesi için tek etkili yoldur. Bunu yapabilmek için özellikle Güneydoğu'da
Darwinizm'in ve komünizmin ideoloji olarak temelinin olmadığını bilimsel
delillerle açıklayan kitapların ve broşürlerin dağıtılması, konferanslar
verilmesi, sinevizyon gösterileri yapılması, aydınlatıcı eğitim programlarının
gerçekleştirilmesi hayatidir. Özellikle TV programlarıyla Güneydoğu'ya ulaşmak
gerekmektedir. Bu konuda Devletin kanalları devrede olmalı, TRT ve TRT Kurdi
gibi kanallar vasıtasıyla bu eğitim seferberliği acil olarak yerine
getirilmelidir. [İzlenecek eğitim programlarının detayları için bkz. Harun
Yahya, Komünist Kürdistan Tehlikesi
(internette tam metin olarak mevcuttur)]
Eğitim olmadan
komünist terörson bulmaz
Komünist bir Kürdistan için oluşturulmuş bu sahte harita asla gerçekleşmeyecektir. Terörün ve komünist zihniyetin tam anlamıyla son bulması ise yalnızca eğitimle mümkündür. |
Şu unutulmamalıdır:
Komünist terör için her türlü caydırıcı tedbire başvurulabilir, fakat
komünistlerin silaha sarılmalarına sebep olan şey ideolojileridir. İdeolojiyi
çürütmeden barış anlaşmaları, karşılıklı müzakereler veya caydırıcı yöntemler
hiçbir şekilde kesin sonuç vermeyecektir. Hiçbir komünist kalkışma, müzakere
ile dindirilememiştir. Günümüzde İrlanda'daki IRA'yı veya İspanya'daki ETA'yı
örnek vermeye kalkışanlar çok büyük yanılgı içindedirler. Ülkemizdeki terör,
komünist Kürdistan inşa etme hayali üzerine kuruludur ve eğer bir eğitim
politikası başlatılmazsa, bu hedef oluşana kadar sona ermeyecektir.
Gençlerimiz komünist
tehlikeye yönelik eğitilmeli, ne ile karşı karşıya olduklarını bunu hangi
bilimsel yöntemlerle ortadan kaldıracaklarını öğrenmelidirler. Güneydoğu'daki kardeşlerimiz,
hem Darwinist-komünist tehlikeyi çürütecek bilimsel bilgilere vakıf olmalı, hem
de Kuran'daki gerçek İslam anlayışını tanıyarak bağnaz zihniyetin oluşturduğu
arazlardan, hurafelerden kurtulmalıdırlar. Özellikle Güneydoğu bölgemize
yönelik eğitim politikası son derece önemlidir. Bu eğitim politikası, oradaki
kardeşlerimize yönelik sevgi politikasıyla birlikte yürümeli, bu eğitim hem
Devletimizin hem de halkımızın sevgisiyle beraber verilmelidir.
Eğitimcilerin,
kendilerini üstün gören, kibirli bir görünüm vermeleri çok büyük sakıncalar
doğurabilir. Özellikle Kürt gençlerinin uzun zamandır yaşadıkları rahatsızlığın
temelinde bu gerçek olduğu unutulmamalıdır. Bu ülke içinde her vatandaş her
yönüyle eşittir ve birinin diğerine üstünlük iddiasında bulunması, sadece o
kişinin cahilliğinin bir göstergesidir. Dolayısıyla eğitim, mutlaka
Güneydoğu'nun hasret kaldığı sevgi ile birlikte sunulmalıdır.
Güneydoğu halkımızın
yıllar içinde ezilmişliği, gayet iyi bildiğimiz, sonuçlarını hayretle
izlediğimiz oldukça vahim bir konudur. Her ne kadar Kürt kardeşlerimiz yıllar
boyunca çok acı çektilerse de bu, mutlaka telafi edilebilir bir hatadır. Bu
asla unutulmamalıdır.
Bir sonraki bölüm, detaylı olarak bu önemli konuya ayrılmıştır.
Dipnotlar
113. http://www.ensonhaber.com/pkkli-cemil-bayiktan-isid-itirafi-2014-09-26.html
114. http://www.rotahaber.com/m/guncel/cemil-bayik-isidin-halifesi-erdogandir-h505532.html
115. http://metinozkanvadisi.com/haber/ pjakhaberi.html
116. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 126
117. A.g.e. s. 127
118. A.g.e. s. 137
119. A.g.e. s. 138
120. http://a9.com.tr/izle/196084/
121. Şemdin Sakık, Çözüm Süreci, Andaç Yayınları, 2014, s. 52
122. Cemal Temizöz, Siyasallaşan PKK Terörü, Togan Yayınları, Bakırköy, Şubat 2012, s. 184
123. 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, Özel rapor, PKK'nın kontrolündeki Diyarbakır, Eylül 2013, s. 5
124. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 232
125. A.g.e. s. 248
126. http://www.hurriyet.com.tr/dunya/ 28757933.asp
127. Ümit Özdağ, PKK ile Pazarlık, Kripto Yayıncılık, 2013, s. 188
128. Marx ve Engels, Mektuplar, s. 42
129. MARXISM IN OUR TIME, by Leon Trotsky, Coyoacan, D.F., Mexico., April 18, 1939., http://www.marxist.com/science/marxismanddarwinism.html
130. Kent Hovind, The False Religion of Evolution, http://www.hsv.tis.net/….ke4 vol/evolve/ndxng.html
Yorumlar
Yorum Gönder